Antik çağdaki aydınlanma ve felsefe durup dururken kendiliğinden mi gelişti? Elbette hayır, o dönemde hakikat bilgisi mitolojilere yani efsanelere dayanırdı. Dünyayı ve var olan her şeyi Olympos Tanrıları yönetirdi. Yani Antik çağın da dogmalarla donatılmış kendine özgü bir “ortaçağı” vardı. Her doğru tanrılara ve genel kabullere bağlıydı. Akıl inancın buyruğunda olup, kabul edilmiş hakikatlere dokunan yanardı. Neyse ki bir ara Miletli Thales çıkıp da doğru veya yanlış; “varlığın kökeni sudur” dedi, insanlık Mitos’u Logos’a çevirip, aklı gökyüzünden yer yüzüne indirebildi. O öyle dedi diye her şey bitmedi tabii ki, örneğin doğa filozoflarından biri olarak bilinen, biraz da astronomi ile uğraşan Anaksagoras’ı çağırıp Atina yöresine düşen göktaşının ne olduğunu sordular. O inceleyip düşen cismin bir taş olduğunu söyleyince tanrılara hakaret kabul ettiler, Anaksagoras Atina’dan zor kaçtı. Sokrates’in zehir içme cezası verilerek öldürülmesinin ardında da “tanrılara hakaret” suçlaması yatar. O kadar geriye gitmeye de gerek yok Hristiyanlığın yarattığı “ortaçağ” sırasında da aynı koşullar vardı. Bilgiyi bile kiliseyle uyumlu hale getirmeye çalıştığı için “skolastik felsefe” adını almış bir dönemden söz ediyoruz. 1600 yıldır inanılan güneşin dünya etrafında döndüğüne ilişkin dünya merkezli görüş Kepler, Kopernik, Galileo sayesinde yerle bir olmuş, güneş merkezli hakikate ancak ulaşabilmiştik. “Hristiyan ortaçağının” içinden “Rönesans” çıkmış, aydınlanma ve bilimsel devrimler böyle başlamıştı. Ancak bir dönem biter bitmez hemen öbürü başlamaz. 1600 yılında rahip, filozof ve gök bilimci Giordano Bruno, Kopernik’i savundu diye Roma'da diri diri yakılırken Rönesans çoktan başlamış, tüm hızıyla sürüyordu...
Bilim itaatsiz olana gereksinme duyarmış, karanlık her yanı sarsa da insanlık içindeki seçilmişlerin öncülüğünde dünyayı geliştirmeye ve değiştirmeye çabalar. Tarihin gelişim süreci her daim büyük değişimlere gebedir, her çağ birbirinin içinden çıkar. Bir önceki, adeta kendisinden sonra gelecek çağın ortaya çıkmasını zorlar. Önceki çağ ardından gelecek olana zemin hazırlar, yoksa nasıl ilerleme olacak? Bizim bugün yaşadıklarımız ise Türkiye’nin ortaçağıdır. Yaşananlar ise bir başka döneme geçişteki zorlanmanın sancılarıdır. Yeterince uzun yaşarsanız bütün sahte zaferlerin yenilgiye, bütün haksız yenilgilerin zafere dönüştüğünü görebilmeniz mümkündür. Koyu bir “distopya”nın sürdüğü, yaşamanın kabusa dönüştüğü zamanımızda, yeterince yaş almışların yaşama direncini artıran yegâne motivasyon, çekilen acıların hesabının sorulabileceği günleri görebilmekten ibarettir…