Felsefi Antropoloji insana dair çok önemli sorular soran, felsefenin belki de en önemli konusunu kapsayan insanı ele alan bir bilim dalı. Düşünsenize; “İnsanın kökleri nelerdir, insan nasıl bir varlıktır, insanı insan yapan nedir, insan diğer canlılardan farklı mıdır, farklıysa farkın kaynağı nedir?” sorularına yanıt arayan bir felsefi düşünce.

Öyle ya ne kadar insan varsa o kadar zihin var olduğuna göre sınırsız bir insan dünyası ile karşı karşıyayız. Edmund Wilson’un, “dünyada aynı kitabı okumuş iki insan yoktur” derken kastettiği, herkesin dünyaya kendi penceresinden bakıyor olması ve algısının sadece kendi manzarası kadar olduğu herhalde. Ünlü İslam alimi Muhyiddin Arabi (1165-1240) de şöyle söylemişti: "Anlam, dinleyene aittir." Yani benim anlattıkların senin anladığın kadardır. Bu konudaki en sıkı lafı 18. yüzyılda idealizmin babalarından George Berkeley etmişti: “Esse est percipi”, yani “Varolmak algılanmaktır”.

Berkeley, bu görüşüyle maddeci evren anlayışını sorgulamış, varoluşun temelini algıya dayandırmıştır. Ona göre bir algılanan nesneler bir de algılayan zihinler vardır. Algılayan bir özne yani zihin yoksa nesnenin varlığından söz edilemez. “Varolmak algılanmaktır” düşüncesi, sadece felsefi bir yaklaşım değil, aynı zamanda gerçekliğin doğasına dair derin bir sorgulamadır. Berkeley’in bu ilkesini anlamak, algılarımızın evreni nasıl şekillendirdiğini ve insan zihninin varoluştaki rolünü kavramamızda önemli yer tutar…
Bundan 32 yıl evvel de Madımak otelindeki otuz üç alevi aydın, kimilerinin zihninde din düşmanı ve şeytan oldukları gerekçesiyle hunharca katledildiler. Bilinen kara ses hep aynıydı: “Yakın! Oteli yakın!..” Aynen günümüzde Leman dergisi önünde haykıranlar gibi. Kendilerinden olmayanı yakma, yok etme duygusu hangi zihnin algısı? Var olmaya yönelen değil, yok etmeye yönelik algılar oluşturmak; Cumhuriyet devrimleri sonrası yer altına gizlenen karşıdevrimcilerin Cumhuriyete karşı oluşturdukları bilincinin ortaya çıktığı andır. Bugün algı iki türlü karşımıza çıkıyor; Leman dergisinde çizilen karikatürü Hz. Muhammed ve Hz. Musa olarak algılayanlar ile o yörede en çok konan isim olarak sıradan insanların emperyalist güçlerin yarattıkları savaş sonucu aynı zamanda öldürülmeleri olarak algılayanlar.

Yani iki karşıt taraftaki insanın savaş sırasında ölmeleri ve melek olup göğe çıkışları olarak anlayanlar. İsimler yanlış seçilmese belki hiç sorun olmayacak, karikatür algıya kurban gidiyor. İnsanlar aynı nesneye bakıp ayrı şeyi düşünebiliyorlar. Zihinlerin geçmişteki yapılandırılmaları algıyı yönetiyor. Bir arkadaşım sosyal medyada yazmış: “Kalbin varsa türkü yakarsın, yoksa orman yakarsın, hayvan yakarsın, insan yakarsın…”