Bebeklik, çocukluk, ergenlik derken gerek ailemiz içinde gerekse çevre ve okul yıllarımızda oluşturduğumuz zihin yapısıyla yetişkinlikte birey ya da kul olarak toplumda yerimizi alırız. Zihnimizin içinde var olanın dışında hiçbir varlığın olmadığına karar verdiğimizde artık iş işten geçmiştir. İnsan kendi zihninin içinde kaldığında onun dışında da bir yaşam olabileceğine inanması güçtür.
Peki zihnimizin dışında da bir hayat olup olmadığını nasıl bilebiliriz, bunun olanağı var mı? Yani kendi zihin hapishanemizden dışarı taşabilmenin bir yolu var mıdır? Kimi zaman bazı karşılaşmalar bizi evren hakkındaki sıradan inançlarımızın çoğunun hem tamamen yanlış olabileceği hem de bu yanlışı düzeltebilecek bir zihin yapısına sahip olmadığımız gerçeğiyle karşı karşıya bırakır.
Onun için kendini yenilemenin yolu “yeni şeyler öğrenmekten daha çok bugüne dek bildiklerini unutmaktan geçer” derler. İyi, güzel ve doğru bir hayatı yaşamak bazıları için uzun süren bir uykudan uyanmanın gerekliliğini zorunlu kılar…
Homo Sapiens’in yılları güzeli ve doğruyu aramakla geçti. İsteğimiz dışında atıldığımız şu yeryüzü serüveninde daha iyi nasıl yaşarız sorusuna yanıt aramak oldu bütün derdimiz. Kendimizden bir haber bilinçsizce başladığımız bilmem kaç milyon yıldır süren bu iyiyi arama gayretimiz nasıl oldu da bugün buralara geldi? Bu hayret verici serüven halen sürmekte. Herkesin kendine göre bir doğrusu olması mı bunca güçlüğü çıkartıyor acaba? Zihin yapısı kendi bildiklerinin dışında başka dünyalar da olduğunu bilmeye pek de elverişli değil.
Oysaki bilimin ve evrensel hukukun kurallarını uygulayamayan toplumlarda yaşayanların başarı şansı olmuyor. Heidegger “noksanlık birbirine ait olanın henüz bir arada olamayışına denir” demiş. İnsanlık akıl ve bilimin noksanlığını çekmektedir. Ve bir Azerbaycan atasözü; “Sofradaki yemekler azalmaya başladığı zaman misafirlerin yavaş yavaş gitme vakti gelmiştir” der…