Ulusal basında Ruslarla bozulan ilişkilerimiz yüzünden tam dokuz milyar dolar kaybımızın olacağı öngörülüyor. Bunun yanında ısınma ve elektrik üretiminde de sıkıntılar olabileceği kaydediliyor. Dört bir yandan kuşatıldık. Parçalanmış Irak bile bize kafa tutmaya başladı. Bir çirkef girdabın içindeyiz, işte Atatürk bulunduğumuz bölgenin nasıl kırılgan yapısı olduğunu bildiği için "Yurtta sulh cihanda sulh" ilkesini benimsemiş ve dış politikamızı bu yörüngeye oturtmuştu. Ama Neo Osmanlıcılık hayalleri, sıkıntıdaki Suriye'den pay alabilme sevdası bizleri nerelere savurdu. Şimdi kafamız iki elimizin arasında beklemedeyiz.

Tüm bunlara karşın gerek Rus'lar gerekse biz hamaset edebiyatına ve milliyetçi şovlara devam ediyoruz. Bu kör milliyetçilik hem Rusya'nın hem Türkiye'nin başına bela. Adam Boğazlarda savaş gemisini geçiriyor, askerin teki güvertede omzuna füzeyi dayamış, bir eli tetikte ateş etme pozisyonunda poz veriyor, savaş oyunundaki kötü çocuk gibi. Bizimkilerde "sebze ve meyvemizi almazlarsa almasınlar, alacak birini buluruz, gazı kısarlarsa kıssınlar, bu millet tezekle ısınır yine taviz vermez" durumundalar.

Sarayı tezekle nasıl ısıtırız ya, kaç ineğin kaç gün dışkılaması lazım onun için, düşünemiyorum bile. Doğuda ve iç Anadolu'da hala tezek yakan köyler vardır elbet, ama onlarda bir göz oda. İstanbul'da Maslak'ta nasıl yakacağız tezeği. Köprüden sonra Levent çıkışında koca koca binalar birden karşınıza bir çıkıyor, üzerinize doğru sanki uzay mekiği gibi bir dikiliyorlar, kesinlikle korkarsınız. Dedim ya hamaset edebiyatı milliyetçilik temelli, doldur boşalt retoriğine (güzel söz söyleme sanatı) dayanır. Yoksa bizim tezekle falan işimiz olmaz. Ama konuyla ilgili çok sevdiğim ve bize çok uyan bir Atasözü vardır, bari onu paylaşayım sizinle: "Tezekten terazinin, boktan olur dirhemi"...