anun teklifi ile bütçeye yaklaşık bir trilyon ek ödenek konulmasına karar verilmiş. Gerekçe olarak yıl başındaki bütçenin enflasyona kurban gittiği gösterilmiş. Bu devasa miktar, üretim artışı yaparak karşılanamayacağına göre ya yeni vergilerle ya da para basılarak sağlanacak, bu da enflasyon artışı ve halkın daha da yoksullaşması demek. Ülkenin ve halkın yoksullaşmasının bir diğer nedeni beşli çete diye adlandırılan müteahhit takımına özel anlaşmalar sonucu verilen ihaleler ve bunun sonucunda hazineden onlara ödenen paralar olarak gösteriliyor. Ülkenin ekonomik koşullarının hiçbir dönem bu kadar savrulmadığı, halkın hiçbir dönemde bu kadar çaresiz kalmadığı söyleniyor. İktisat bilimine göre; 1400 yıl öncesi koşulları bugüne indirgeyerek ve çağdışı ekonomik yöntemleri günümüzde uygulayarak buradan başka bir yöne gidilmesinin olanaksız olduğu belirtiliyor…
Kimin eli kimin cebinde belli olmayan ülkede, bir de Cumhurbaşkanı tarafından çocuklara dağıtılmak üzere depolanan oyuncakların saraydaki Millet camiinin deposundan sarayda çalışan personel tarafından çalınması haberi ise fıkra-gerçek ayırımı yapılmasını zorlaştırıyor. Millet nasıl öğrenirse öyle eyliyor, ne ekiyorsak onu biçiyoruz. Aydınlanmacı yazar İlhan Selçuk’un 1979 senesinde yazdıklarını anımsamanın tam sırası: “Biz vaktiyle bugünleri söylemedik mi? Söyledik. Keşke yalancı çıksaydık. Yalancı çıksaydık da, ülkemiz bugünkü duruma düşmeseydi. Ne var ki acısız kurtuluş yoktur. Mücadelenin soluğunu gün gün alıp vererek düze çıkılacaktır. Ve çağdaş yaşamın tadı ve onuru da budur…” Gerçekten de her uygarlığın kökeninde acı, kan ve göz yaşı vardır. Bize altın tepside sunulan Cumhuriyet nimetlerinin değerini bilemedik. Neyzen Tevfik zamanında ne güzel söylemiş: “Ekmek herkese yetecekti aslında / tarlaya karga dadandı / ambara fare / fırına hırsız / memlekete harami…”