Eskişehir’de ilkbaharın beklenmeyen misafiri olan don olayı, sadece ağaçları değil, sofralarımızı da etkiledi. Özellikle nisan ayının son günlerinde yaşanan ani sıcaklık düşüşleri, meyve bahçelerinde büyük hasara yol açtı. Kayısıdan elmaya, kirazdan erik ve vişneye kadar birçok üründe ciddi verim kaybı yaşanırken, bu durumun faturası şimdi tüketiciye kesiliyor.
Pazar tezgâhlarını dolaşan her vatandaş, domatesin, biberin ötesinde meyve fiyatlarındaki artışın farkında. Geçen yıl kilosu 20 liradan alınan kirazın bu yıl 50 lirayı bulması, sadece maliyet artışlarıyla açıklanamaz. Esas sorun, yaşanan doğal afetin tarımsal üretime vurduğu darbede gizli.
Üreticiyle konuştuğunuzda tablo daha da netleşiyor. Don olayının ardından birçok üretici çiçeklenme dönemindeki meyve ağaçlarında ciddi zarar gördü. Verim düştü, ürün azaldı. Ürün azalınca arz da doğal olarak düştü, ancak talep aynı kalınca fiyatlar yükseldi. Bu basit ekonomi kuralı, pazar filesini doldurmaya çalışan vatandaş için karmaşık bir tabloya dönüşüyor.
Bu noktada akıllara şu soru geliyor: Her yıl yaşanan benzer doğa olaylarına rağmen neden hâlâ önleyici adımlar atılmıyor? Tarımsal erken uyarı sistemleri, sigortalama politikaları, üreticiye destek sağlayan yerel önlemler neden yetersiz kalıyor?
Eskişehir gibi tarımsal potansiyeli yüksek bir kentte bu soruların cevabı oldukça kritik. Üretici donla, kuraklıkla, sel felaketleriyle tek başına mücadele edemez. Devletin, yerel yönetimlerin ve ilgili kurumların çiftçiyi yalnız bırakmaması gerekiyor. Çünkü unutulmamalıdır ki, meyve tezgâhına yansıyan fiyat sadece o ürünün değil, o ürünü yetiştiren emeğin de bedelidir.
Bu yaz yaşanan don olayı, bizlere bir kez daha tarımın ne denli kırılgan bir sektör olduğunu hatırlattı. Gıda güvenliği, sadece ürün bolluğu değil, o ürünün sürdürülebilir ve adil koşullarda üretilebilmesiyle mümkündür. Yoksa sofralarımızda meyve değil, donun bıraktığı izler yer alacak.