Ekonomi yönetiminde yaşanan sorunlar ve gelecek dönemlere ilişkin devam eden belirsizlik hali ülkemizin en yakıcı gündem maddesi olmayı sürdürüyor.
Artan hayat pahalılığı nedeniyle “Geçinemiyoruz” diyerek sokağa çıkan, tepki gösteren vatandaşların sayısı her geçen gün artıyor.
Akaryakıta gelen büyük zamlar öncesinde benzin istasyonları önünde oluşan araç kuyruğu görüntüleri olağan hale geldi.
Tedarik zincirindeki bozulma nedeniyle marketlerde un, yağ, şeker gibi bazı ürünlere satış kısıtlaması getirildi.
Firmalar tarafından dövizin oynaklığı ve fiyat belirlemedeki güçlük nedeniyle bazı ürünlerin satışı durduruldu.
İhracat yapan kuruluşlar gelecek döneme ilişkin belirsizliğin baskısı altında.
Tüm bu olumsuz tabloya karşın iktidarın temsilcilerinin ekonomideki kötü gidişatı her fırsatta “dış güçlere” bağlamalarının ise toplumda artık karşılığı yok. 
Sorunları yok sayarak “Ülkede yokluk yok, her şeyde bolluk ortada” diye konuşan iktidarın temsilcilerine ise kimse itibar etmiyor.
“Ekonomik Kurtuluş Savaşı veriyoruz” denilerek vatandaşa ‘kuru ekmek, soğan’ yemeği, porsiyonları küçültmeyi önermek ise herhalde halkla alay etmenin başka bir yöntemi olmalı. 
İçinden çıkılması çok güç hale gelen ekonomik sorunların tartışılmasını engellemek için en üst makamdan “Nas dururken ortada, sana bana ne oluyor” yorumunun getirilmesini ise siz okuyucuların takdirine bırakıyorum.
...
Diğer yandan bahsettiğimiz “ekonomik kriz” örneğinde olduğu gibi öne çıkan yaşamsal sorunlar nedeniyle “toplumsal yara” haline gelen diğer konulara yeterince eğilemiyoruz.
“25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günüydü” ve bu kapsamda ülkemizin her yerinde yaşanan “kadın katliamlarıyla” ilgili tepkiler dile getirildi.
Son yıllarda ne yazık ki ülkeyi yönetenler tarafından “kadınları savunmasız bırakan” bir anlayış var ve bu çerçevede  “İstanbul Sözleşmesi” bir gece yarısı kararnamesiyle yürürlükten kaldırıldı.
Oysa ki şiddet olaylarındaki artış nedeniyle “koruma talep eden” kadın sayısı sürekli artıyor.
Kadınlar artık “öldüren sevgi” değil, can güvenliği istiyor.
Erkekler son 326 günde: 
285 kadını öldürdü, 711 kadına şiddet uyguladı.
Kadınları katleden erkeklerin % 60’ı koca, sevgili veya eski kocaydı.
Kadınların % 61’i ev içinde,  % 53’ü ateşli silahla öldürüldü.
Hatta erkekler, hiç tanımadıkları halde sadece “savunmasız buldukları için” sokakta rastladıkları kadınları bile öldürdü.
...
Kadınları katleden faillere verilen cezaların yetersizliği ise öldürülen ya da ağır şiddet gören kadınların yakınları başta olmak üzere tüm duyarlı kesimleri isyan ettiriyor.
Son örneklerden biri Denizli’de yaşandı, kız arkadaşı Cennet Tuba Toktaş’ı boğarak öldüren kişiyi mahkeme önce müebbet hapse mahkum etti.
Ardından sabıkasının olmaması ve “Suç sonrası gösterdiği olumlu davranışlar” nedeniyle lehine “takdir indirimi” uygulayarak cezasını 25 yıl hapse çevirdi.
Suç sonrası gösterdiği olumlu davranış niye ölçü alınıyor, anlamak mümkün değil.
Bir kişiyi boğarak öldürüyor eylem tamamlanıyor, sonrasındaki davranışları takdirle karşılanıyor ve ‘ceza indirimi’ uygulanıyor.
Bilindiği gibi duruşmada takım elbise giyip, kravat takan ‘canilere’ iyi hal indirimi uygulanmasının örnekleri de az değil.
Kadınları katleden ya da şiddet uygulayanlar için verilen cezaların ‘caydırıcı’ olmak yerine adeta ‘cesaretlendirici’ olduğu bile söylenebilir.
Genel olarak bakıldığında toplumdaki “şiddet sarmalı” savunmasız bulduğu her canlıya zarar veriyor.
Kadına, çocuklara, yaşlılara, engellilere, hayvanlara yönelik şiddetin örnekleri ne yazık ki artarak devam ediyor.
...
Devlet tüm birimleriyle şiddetin karşısında, kadının yanında olmalı.
Erkek şiddeti nedeniyle daha fazla kadının yaşamını yitirmemesi için gecikmeden kalıcı çözümler üretmeli.