Bir önceki yazımızın başlığı “Yılmaz Hoca’nın Cumhurbaşkanlığı Hikayesi” gibisine bir şeydi. Başlığı değiştirmeden yanına (2) hatırlatmasını koyar, devam ederdim! Ama o ilk yazıda, bellekleri tazelemek adına bir başka hikâyeye “ağırlık verdiğimi” düşünüp ikinci “hikâyemiz” için başlıkta başka vurgulamaları tercih ettim. Bu yazının sonunda haklı olduğumu teslim edersiniz umarım.
O yazının sonundaki kısa bir yorumumu ekleyip “ikinci hikâyemize devam edelim.” Son noktadan önce, 1999 seçimleri öncesinde merhum Bülent Ecevit ile Yılmaz Hoca’nın Ankara buluşmasını anlatmıştım. O buluşmada Ecevit, Yılmaz Bey’e milletvekilliği ve seçim sonrasında kuracağı hükümette Millî Eğitim Bakanlığını önerir. Hocamız memnuniyetle kabul edip dönüşte teklifi açıklar. Ne ki, üç beş gün sonrasında DSP’nin kurucu Genel Başkanı Rahşan Ecevit’ten aldığı telefonda durum değişecektir.
“Yılmaz Bey, her ne kadar Bülent’le milletvekilliğini konuşup anlaşmışsanız da sonradan düşündük ki sizi Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığında değerlendirmenin daha yerinde olacağını kararlaştırdık.”
Sözünü ettiğim son iki satır şöyle:
— Rahşan Hanım’ın “düşündüğü gibi” olur! Eskişehirliler olarak biz de sonradan düşünüp:
— Rahşan Ecevit’e teşekkür etmişizdir!
Bu görüşme Kılıçdaroğlu ile…
Aradan geçen 15 yıl sonra, Büyükşehir Başkanlığını “projeler uygulama” başarısıyla sürdürürken bir telefon daveti daha alır! Bu kez yine Ankara’dan, yine bir Genel Başkan’dan, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan.
O görüşmeyi de eski bakanlardan Prof. Dr. Suat Çağlayan’ın “Yılmaz Büyükerşen – Deli Deli İşler Yapan Bir Eskişehirli” kitabının ilgili bölümünden nakledelim:
“O süreçte Ankara’ya, CHP Genel Merkezine giderek Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşüyor. Bu buluşmada Kılıçdaroğlu, ‘Hocam, aramızda kalması koşuluyla size aklımdaki adayı (Cumhurbaşkanlığı) açıklamak istiyorum.’ diyor.
— Adayı Yılmaz Büyükerşen’dir!
Kılıçdaroğlu bununla da yetinmez ve belediye başkanlarıyla 15 Haziran’da yapacağı toplantıyı Eskişehir’e aldığını söyler. Yılmaz Hoca’ya da “Bu toplantıya göre bir hazırlık yapın.” demeyi de unutmaz.”
Anlaşılacağı üzere, Sayın Büyükerşen’in “Cumhurbaşkanlığı aday hikâyesindeki” süreç de böyle başlayacaktır.
Evet, bu görüşmeden aylar öncesinde medyada CHP’nin adayının kim olacağı yönündeki spekülasyonlarda pek çok isim gündeme gelir, getirilir. O isimlerin arasında da “Yılmaz Büyükerşen” adı ilk sıralardadır.
Eşi Seyhan Hanım der ki:
Sevgili Büyükerşen Hocamız, “çok da beklemediği” Kılıçdaroğlu kararından sonra mutlu bir şekilde Eskişehir’e döner. Ama bu kez, Ecevit’in teklifinde olduğu gibi (elbet Kemal Bey’in “aramızda kalsın” uyarısını da dikkate alarak) kamuoyu ile paylaşmaz.
Ama yarım asırlık hayat arkadaşı Seyhan Büyükerşen’e söylemekte sakınca görmez:
“— Seyhan, Genel Başkan Cumhurbaşkanı adayı olarak beni gösterecek.”
Hayalimde canlandırdığım tavırla “şöyle bir duraklar” ve duyduğu haberi eşinin yüzüne karşı şöyle yorumlar:
“Daha önce söyledim sana, ben yüzünde mimik olmayan insanlardan korkarım. Öyle pek havaya girme! İsmini açıklasa bile güvenme. Bir gün sonra açacağı bir telefonla vazgeçtiğini söyleyebilir.”
“Acaba?” diyorum; Seyhan Hanım 15 yıl önceki Rahşan Ecevit telefonunu hatırlamış olabilir mi?
Olabilir, diyorum kararlılıkla! Öyle ya, pek çok kişinin anımsayacağı gibi Rahşan Hanım’ın yüzü de “mimik yoksunu” değil miydi!
15 Haziran’da Eskişehir’de gerçekleşen o toplantıda, başlangıçta “hikâyenin yazarı” konumundaki Kemal Kılıçdaroğlu, protokol konuşmalarını yapar ama araya “Adayımız Sayın Yılmaz Büyükerşen’dir.” cümlesini sıkıştıramaz.
Bu trajik hikâye de aynen Kemal Bey’in siyasi hayatını noktaladığı gibi burada noktalanır.
