İnsanı her yönüyle anlamaya ve anlatmaya çalışan bilim dalına “Antropoloji” diyoruz. Büyük Antropolog Margaret Mead'e uygarlığın ilk işareti nedir diye sormuşlar, yanıt olarak "kırılıp iyileşmiş uyluk kemiği" demiş. Doğada hiçbir hayvan kırık kemiği iyileşene kadar hayatta kalamaz, iyileşmiş kemik demek birisinin onun bacağını sardığını, güvenli bir yere taşıdığını ve beslenmesine yardım ettiğini gösterir. Yani zor zamanda başkasını düşünebilmekle başlar uygarlık demek istiyor Mead. Önce insanı hayatta tutma amacı taşır insanın yarattığı uygarlık. Daha sonra gelişimine ve daha iyi koşullarda yaşamasına çabalar. İnsanın daha iyi koşullarda yaşamasını teknoloji sağlasa da gelişmesini ve gelişmesi için gereken düşünceyi sanat, edebiyat ve felsefe yaratır. “Başlangıçta söz vardı” Yeni Ahit’in Yuhanna İncili’nin giriş cümlesidir. Başlangıçta söz vardı ve sonrasında da hep söz yer aldı insanların hayatında. Söylenen sözlerin yazılı hale getirilmesiyse dünya tarihinde çok kısa bir süreyi kapsayan son beş bin yılın buluşu olan yazı sayesinde sürüyor. Uygarlık yazıyla ivme kazandı. Uçan, unutulan, yitirilen sözlere inat Latinlerin ünlü sözü hemen akla geliveriyor: “Verba volant, scripta manent.” Evet: “Söz uçar, yazı kalır…”

Ünlü romanlarında ünlü yazarlar öyle laflar etmişler ki yazılmasaydı uçar gider, belki de bugünlere kalmaz bizim de bir yanımız eksik kalırdı. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar 1943 yılında öyle bir laf etmiş ki yenir yutulur değil: “Yaşam kuşkusuz bütün toplumundur, ancak sorumluluk sadece aydınlara aittir.” Buyurun kendini toplumun aydını olarak görenler, sorumluluk sizin. Tolstoy “Anna Karina” adlı romanında; “mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” diyor. Mutluluk tek tür olsa da mutsuzluk türlü çeşitli galiba. Adalet Ağaoğlu “Bir Düğün Gecesi”nde “intihar etmeyeceksek içelim bari” demesi yetmişli yıllarda içki sofralarının diline pelesenk olmuştu. Orhan Pamuk’un “Yeni Bir Hayat” adlı romanındaki “bir kitap okudum hayatım değişti” tümcesi de yabana atılır değildir. Necdet Özkaya “Ellerinden Kaydı Hayat” da “mademki doğduk o halde yaşayacağız” diyor. Çaresiz yaşanacak bu hayat. Umberto Eco yazılanı okumanın önemini ne güzel belitmiş: “Kitap okuyorum çünkü tek bir yaşama mahkumum ancak bu yolla çeşitli yaşamlar sürüyorum” demiş. Oğuz Atay’ın unutulmaz repliği ile sonlandıralım baki kalan kubbede yankılanan hoş sedaları; “Çok yükseğe çıkamam bende yükseklik korkusu var. Kimseyi yarı yolda bırakamam, bende alçaklık korkusu da var…”