Beynimizin kendimize ettiği oyunların insanlığın yaşamı, düşünceleri ve farkındalığı üzerinde çok büyük etkileri olmuştur. Yaşadığımız yer yüzü; doğuş, bozuluş ve sonluluk üzerine kurulu, ebedi olarak süren bir döngü şeklinde seyreden olgular dizisidir. Canlılar aslında doğduğunda ölmeye başlıyor. Bir süre hayatta kalıyorlar sonra yavaş yavaş bozuluyorlar ve ölümle kaçınılmaz olarak buluşuyorlar. Bunu bilerek yaşamak çok korkunç. Ancak insan dışındaki canlılar bunu bilmiyorlar, onlar için sıkıntı fazla değil. Ama insan öyle mi? Ölümü evrim sürecinde farklılaşan beyinleri sayesinde kavrıyorlar. İnsanlar beş milyon yıldır süren insanlık serüveninin belki de son kırk bin yılında epizodik belleğin evrimi ile bunun farkına vardılar ve başkalarının başına gelen ölüm olgusunun kendilerinin de başına gelebileceğini anladılar. Ölümden nasıl kurtuluruz düşüncesi zihnimizin yardımıyla dinleri ortaya çıkardı. Dinlerin ölümün kaçınılmazlığı karşısında zekanın aldığı önlem olduğu söylenir. Doğanın koruyucu bir tepkisi, bir panzehri olarak görülür. Sonsuz yaşama kavuşma imgesi insanlığı yaşamda tutmaya yarar. İnsan dışında hiçbir canlının bilmediği şey, bu geçici dünyada sonlanan yaşamın fazlasıyla ve sonsuz şekilde öteki dünyada sürecek olmasıdır. Bu kavrayış süreci dünyanın çeşitli yerlerinde birbirinden bağımsız şekilde aynı zamanlarda gerçekleşmiştir. İnsanlık böylece ölümsüzlüğü keşfetmiştir…

“Doğru”, “gerçek” ve “hakikat” kavramlarını da beynimizi olaya katmadan ayırıp, anlayabilmek pek mümkün gözükmüyor. Bu üç modernist değeri birbirleriyle karıştırmamak çok zor. “Doğru” dediğimiz kavram insandan insana, durumdan duruma, kültürden kültüre değişebiliyor. Bu anlamda matematik ve geometri alanlarının dışında evrensel bir doğrudan da söz edemiyoruz. Bilim bile öyledir. Öyle ya bilimin özelliği yanlışlanabilir olması değil mi? Hakikatte doğru gibi değişebiliyor. Zihinden zihne, insandan insana fark edebiliyor. Sonuç olarak “hakikat” insanın zihninde yaptığı yorumdur. İçlerinde farklı olan “gerçek”tir. Hakikat gibi zihne bağlı olarak değişim göstermez, gerçek tektir ve değişmez. İnsanların doğruları da hakikatleri de bunun için gerçeklere dayanmalıdır. Onları değerli kılan kriter, gerçekle uyumlu olmalarıdır. İnsan düşüncelerinin farklılığı doğru ve hakikat kavramlarının göreceliliğinden kaynaklanır. Herkes doğruyu ve hakikati kendi zihninde eğip bükmese bu kadar yanlışa düşülmez. Gerçekle ne kadar iç içeyiz o kadar doğru ve insanca yaşıyoruz demektir…