Bu köşe yazımı yazıp yazmamayı, başlığının ne olması gerektiğini çok düşündüm. Açıkçası daha ilk satırlarını bilgisayarımda tuşlarken içim acıyla, yeisle yandı. Biliyordum bu duygu selini yaşayacağımı, yüreğimin üzerine on tonluk bir kaya parçasını oturtacağımı, ama yazmamak olamazdı işte.
Istakoz yemedim, yeme gibi bir lüksüm ya da yanılgım olmadı. Zaten çok uzun zamandır soframda hayvansal besin bulunmuyor benim. Çünkü hayvanları gıda olarak değil de arkadaşım olarak algılıyor beynim, duyularım…     
     Neyse efendim, gelelim asıl konuya. Son zamanlarda “ıstakoz” görüntüleri dolaşıp duruyor tv. kanallarında, yazılı, görsel medyada. Tabak içinde kırmızı kabuğuyla, yanında yanılmıyorsam limon dilimleri ve bazı otsal garnitürler. Ülkemden bir milletin vekili(!) ailesi ile tatile gittiği Monaco’ da, bir yat kulübünde -ki buraya çok özel kişiler girebiliyormuş- yediği ıstakozla fotoğrafı.     
     Çok şeyler yazıldı çizildi; o tabağın fiyatı, paylaşımın görgüsüzlüğü, arsızlığı, terbiyesizliği, ülkede çocuklarının beslenme çantalarına koyacak yiyecek bulamayan annelerin acıları filan. Çoğu doğru bunların elbette ama hemen hiçbir yerde – sözcü tv.de Fatih Portakal’ın kısa değinmesi hariç- kimseler o deniz kabuklusunun  o tabağa nasıl geldiği konusuna değinmedi.
     Bilmeyenler mutlaka vardır; ıstakozların kolay yakalandığı, ancak sofraya gelmesi için mutlaka kaynar su içinde canlı canlı en az 10 dakika haşlanması gerektiğini, bu sırada o canlının acıdan çığlık attığını hatta yüzgeçlerini birbirine vurduğu için aralarına bez konulduğunu. Birçok yanlış bilginin olduğu gibi bu canlıların acı hissetmediği söyleminin yanlış olduğunu, İngiltere'de hükümet tarafından yaptırılan bir çalışmada, ahtapotlar, yengeçler ve ıstakozların acı duyarlılığa sahip olduğunun ortaya çıktığını. İngiliz hükümetinin, bu canlıları yeni hayvan refahı yasaları uyarınca koruma altına alacağını duyurduğunu.
     Kısacası o bence çok naif, güzel canlının kendi yaşam alanı olan denizden alınıp canlı canlı haşlanarak yenmesi hiç işlenmedi kaale alınmadı. Sürekli maliyet, fiyat hesabı yapıldı. Çünkü çok uzun süredir ülkede tamamen paraya, çıkara, maddiyata dayalı bir ortam yaratıldı ne yazık ki. İnsanlıktan, duyarlılıktan uzak, salt yeme, içme, barınma güdüleri içinde debelleşen bir toplum olduk.
     Bu durumu incelemek toplum bilimcilerin, akademisyenlerin sahası elbette. Ama ben, o kırmızı kabuğu içindeki boncuk gözlü canlının ne zaman tabak içinde yemek için sunulduğunu görsem, tüm bedenimde kaynar suyun sıcaklığını hissediyorum açıkçası. Ve diyorum ki “ ıstakoz yiyenler bu dünyada iflah olmaz”…