'İstanbul Sözleşmesi' Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'dir ve sözleşmeyi onaylayan ilk ülke Türkiye’dir. Sözleşme 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi adıyla anılmaktadır. Türkiye bugüne kadar sözleşmenin ev sahibi ve ilk imzacısı olmakla övünmüş ancak hiçbir zaman yükümlülüklerini tam olarak uygulamamıştır.

Sözleşmenin dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir.

İstanbul Sözleşmesi iç hukukumuzda 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine dair kanun ile karşılık bulur. Kanun en çok, şiddet gören, tacize veya tecavüze mağruz kalan kadınların, korunmak için başvururken dayandıkları kanundur.

Kanun ve Sözleşme’nin uygulanmaması sebebi ile Ayşe Tuğba Aslan’da 23 kez yargı mercilerine başvurmuşken Eskişehir’de Sokak ortasında öldürüldü. Bizim bugün tartışmamız gereken kanunun ve sözleşmenin uygulanmasıyken neden tartışılır İstanbul Sözleşmesi? Türkiye’de kadın cinayetlerine her gün bir yenisi eklenirken kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden kim neden rahatsız olur?

Uluslarası sözleşmeler anayasamıza göre kanun hükmündedir. İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imza çekmesi, Türkiye’nin 6284 sayılı Ailenin Korunması Kanunu’nu da kaldırmasına hukuki zemin hazırlamaktan başka bir amacı yoktur. Şiddet gören kadınların uzaklaştırma ve korunma tedbirlerinin ortadan kaldırılmasından başka hiçbir amaca hizmet etmeyecektir.