Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP iktidarının İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, 8 Temmuz 1978 cumartesi günü Eskişehir’e geldi.
Bakan Özaydınlı, o gün, vilayet binasında, benim de muhabir olarak izlediğim bir basın toplantısı yaptı.
Dedi ki:
“Biz bu yılın başında iktidarı Milliyetçi Cephe hükümetinden devralırken, ülkemizdeki olaylar çok geniş boyutlu idi. İlk işimiz olayların kaynağına inmek oldu. Kaynağa inildikçe olayların azalmaya başladığını gördük. Bunun en güzel sonuçları, sık sık çatışmaların yaşandığı Kahramanmaraş ilimizde alınmıştır. Halkımıza güveniyoruz, ayrıca sivil sıkıyönetim anlamına gelecek bir uygulamaya da gerek duymuyoruz.”
Epeydir kanlı çatışmalar yüzünden her kesimden verilen kayıpların altında bunalmış olan ülkemizde, asayişten sorumlu en üst yetkili olan İçişleri bakanının sözlerini, olayların gerçekte azalmadığı hususuna bir nebze olsun tanıklık eden gazeteciler olarak pek de inandırıcı bulmamıştık doğrusu.
Lakin bakan iddialı konuşuyordu.
Üstelik, “sivil sıkıyönetim” adı verilebilecek herhangi bir uygulamaya gerek duymadığını söylüyordu ki, bunu onun ifade etmesi önemliydi.
Zira, çok değil, 6-7 yıl önce, kendisi, Eskişehir’in “sivil hayat tarzına nizamat vermekle görevli” sıkıyönetim komutanı idi. Sıkıyönetimin “kolaylıklarını” yaşamış biri olarak, bunun sivil versiyonuna bile “gerek görmemesi” ülkemizde durumun hiç de “fena olmadığının” göstergesiydi sanki!
Lakin, yaşam ülkemizde hemen her zaman olduğu gibi, yönetenlerin “her şeyi hallediyoruz, sorunları çözüyoruz” diye kendilerini ve –halkı- kandırdıklarından çok başka mecralarda akıyordu.
Örneğin, çok değil, beş ay sonra içişleri bakanının “bakın orada olayların kaynağına inince mesele çözüm yoluna girdi” gibisinden adeta “çözümün pilot bölgesi” ilan ettiği Kahramanmaraş’ta, etkileri uzun yıllar silinmeyecek “Maraş Katliamı” yaşanacaktı. Sonuç, evlerinde katledilen yüzden fazla insan, yüzlerce yaralı, yakılıp-yıkılan evlerdi.
Bunun üzerine, o sıcak temmuz günü bizlere bu umut dolu açıklamaları yapan İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı istifa edecek ve Kahramanmaraş’ın yanı sıra on’dan fazla il’de de “askeri” sıkıyönetim ilan edilecekti.
Türkiye’de özellikle çok partili dönemde ilan edilen “askeri sıkıyönetimlerin” bir özelliği vardı:
Hemen hepsi bastırmakla görevli oldukları toplumsal olaylara karşı başarısız olmuşlar, lakin çekip gitmemişlerdi. Arkalarından doğrudan ya da dolaylı askeri darbeler gelmişti.
Bu durum, 1960 öncesinin “örfi idarelerinde” de yaşanmıştı, 12 Mart 1971’de başlayan “örtülü” askeri darbe döneminde de, 1980 öncesinde de.
İçişleri Bakanı, “belki de ilk kez” başarısız olduğunu kabul ederek görevden ayrılmış, ancak sonrada bunun tek başına yeterli olmadığı anlaşılmıştı.
Zira, bu denli geniş olayların yaşandığı bir ülkede, bütün sorumluluk yalnızca bir bakana ait olamazdı. Sorumluluğun “legal kısmı” ülkeyi yönetemeyen iktidarın tümüne aitti.
Ancak görünmeyen sorumluları da vardı olayların.
Ülkeyi darbe ortamına sürükleyen toplumsal olaylarda at koşturduğu artık sır olmayan ve olayların provokatörü olduklarını herkesin bildiği “gizli iktidar odakları”ydı bu sorumlular.