Yapay zekânın bir balon olduğunu söyleyenler de var, yeni bir dünya düzeni yaratacağını iddia edenler de. Çağımızın bu yeni teknolojisini nasıl okumamız gerektiğini sorgulayan bu yazıyı, erişebildiğimiz bütün medya araçlarında paylaşıyoruz. İstiyoruz ki konu yaygın biçimde sorgulansın ve geleceğin değer yaratma zincirinde en uygun pozisyonun alınmasına hazırlıklı olunsun.

***

Siddhartha Mukherjee’nin, “Teknoloji tarihi genelde ürünler üzerinden yazılır: tekerlek, mikroskop, uçak, internet. Fakat aynı tarihe kavramsal geçişler üzerinden bakmak daha aydınlatıcı olabilir. Tekerlek, doğrusal hareketten dairesel harekete geçiştir. Mikroskop, normal boyutlardan mikro boyutlara geçiştir. Uçak, karada hareketten havada harekete geçiştir. İnternet ise fiziksel bağlantılardan sanal bağlantılara geçiştir” değerlendirmesini daha önce de paylaşmıştık.

***

Yapay zekâ, yarıiletken teknolojinin yarattığı performansın bir sonucudur. Yapay zekâ tartışmalarında teknolojinin araç-gereç ve metot yönü elbette önemlidir; ancak asıl önemli olan, “kavramsal geçişler” üzerinden sorgulama yaparak kavrama alanımızı genişletmektir. Yapay zekâyı bu odaktan ele aldığımızda, hem teknolojinin üretiminde hem de performansın güçlendirilmesinde daha verimli yollar izleyebiliriz.

***

Bağlantı biçimleri değişiyor

Yapay zekâ alanındaki gelişmeleri sorgularken, üzerinde durmamız gereken dokuz kavramsal geçiş alanı bulunuyor.

***

Birincisi, yarıiletken teknoloji insanın kol gücünün uzantısı olmaktan çıkarak zihin gücünün uzantısına dönüşmüştür. Bu geçiş sürecinde hız, esneklik, ulaşılabilirlik ve erişilebilirlik koşulları köklü biçimde değişmektedir. Teknolojinin önceki aşamalarından ayrışan bu durumun, üretim süreçlerini ve üretimle işgücünün etkileşimini nasıl yönlendirdiğini kavramak hayati önemdedir.

***

İkincisi, canlı yaşamında —özellikle insan yaşamında— bağlantı, iletişim, rekabet ve işbirliği belirleyici unsurlardır. Teknolojinin önceki aşamalarında bağlantı odaklı etkileşimler fiziksel olanak ve kısıtlarla sınırlıyken, yeni teknolojiler “fiziksel bağlantıdan sanal bağlantıya geçiş” yaratarak bu alanları yeniden tasarlamayı, yeni yapılar kurmayı, yeni işlevler tanımlamayı ve yeni bir kültür oluşturmayı zorunlu kılmaktadır.

***

Üçüncüsü, beynimizin kapasitesiyle ilgili geçiştir: “Karbon beynin işlevlerinden silikon beynin işlevlerine geçiş” yeni ölçeklere doğru ilerlemektedir. Karbon beynin deneyim ve birikim oluşturmadaki sınırları, silikon beyinde çok daha geniş bir alana yayılmaktadır. Başka bir ifadeyle, makine öğrenmesinin kapasite ve performans sınırları farklı koşullara bağlıdır. Veri üretimi, depolanması, işlenmesi ve değerlendirilmesindeki kapasite sınırlamalarını dikkate almadan, yapay zekânın olumlu ve olumsuz yönlerini tam ve doğru biçimde değerlendiremeyiz.

Katlanarak büyümenin etkileri

Dördüncüsü, yarıiletken teknolojinin yarattığı kapasiteler büyük ölçüde süreç hızlanmalarıyla belirlenmektedir. Burada “doğrusal büyümeden katlanarak büyümeye geçiş” etkili olmaktadır. Evrim sürecinde alışılmışın dışındaki bu hız değişimleri, çevreyi anlayarak uyum sağlamak için sürekli izleme gerektirir. Katlanarak büyümenin iş süreçleri ve işgücü profillerinde yarattığı yeni ihtiyaçlar, varlığı korumanın ve sürdürmenin temel unsurlarından biri hâline gelmektedir.

***

Beşincisi, beş duyunun sınırlarını aşan; sonsuz büyüklükten sonsuz küçüklüğe kadar gözleme, izleme, ölçme, sayma, görselleştirme ve sayısallaştırma geçişleridir. Bu geçişler, değer yaratma zincirini yeniden şekillendirmektedir. Teknolojik etkilenmeleri bu geçiş süreçleri odağında değerlendirmezsek, uyum yeteneğimizi zayıflatır ve kaybedenler kervanına katılırız.

***

Altıncısı, yarıiletken teknolojinin oluşturduğu kapasiteler, insan odaklı etken kontrolden sistem odaklı edilgen kontrole hızlı geçişler yaratmaktadır. Edilgen kontrollerin sağladığı hız, esneklik, objektiflik ve güven, yeni toplum sözleşmelerinde belirleyici değişkenler arasındadır. Yapay zekâ karşısındaki tutumumuzu etken ve edilgen kontrol bağlamında sürekli değerlendirmezsek, uyum sürecinde sürekli tökezlemelerle karşılaşabiliriz.

***

İnsanın yerini alma kaygısı

Yedincisi, organik enerji döneminde ve sanayi devrimiyle birlikte mekanik enerji aşamasında, veriye erişmenin sınırlarının aşılmasıyla; veriyi üretme, erişme, depolama ve işleme alanlarında sınırsızlığa yakın geçişlerin yaşanmasıdır. Bizi çevreleyen etkenleri anlamak için karışıklık, karmaşa, belirsizlik, çaresizlik, istatistik ve olasılık alanları yeniden tanımlanmaktadır. Alternatif tepki üretimi, yapıyı, işlevi ve kültürü de dönüştürmektedir.

***

Sekizincisi, yarıiletken teknolojinin araç-gereç ve metotlarının, geleneksel teknolojiler gibi yalnızca insan performansını artırmakla kalmayıp, insanın yerini almaya da aday hâle gelmesidir. Teknolojinin insanın yerini almasının sınırlarını belirlemek ve onu dizginleme olanaklarını elde tutmak, güncel tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Yapay zekânın yaşam biçimleri ve tarzları üzerindeki olası etkileri, yüksek düzeyde kaygı ve korku yaratmaktadır. Bu nedenle tartışmaları bu geçiş süreci perspektifinden yürütmek zorundayız.

***

Dokuzuncusu ise yarıiletken teknoloji araç-gereçleri ve metotlarının ileri düzeyde bilgi derinliği, uzmanlık ve yaratıcılık gerektirmesidir. Teknolojinin bireysel beceriye aşırı bağımlı hâle gelmesi, toplumların büyük çoğunluğu ile yaratıcı seçkinler arasında gelir eşitsizliğini büyüten bir geçişi de beraberinde getirmektedir.

***

Sonuç olarak, teknolojinin etkilerini yalnızca ürünler üzerinden değil; geçiş süreçlerinin yaşam biçimleri ve tarzlarımız üzerindeki etkileri üzerinden sorgulamaya özen göstermeliyiz. İlgililer “kavramsal geçiş süreçlerini” yoğun biçimde tartışabildiğinde; panik hâlinde kararlaştırılan uyum projelerindeki sapmalar azaltılabilir, gereksiz kaynak bağlanması önlenebilir ve teknolojinin donanım, yazılım ve model boyutlarında emek, zaman ve para israfından kaçınılabilir.