Hani bir önceki yazıya “Köy Enstitülerinden feyz alanlardan biri de bendim!” başlığı ile başlamıştım ya…
Hani bir teknik beceri noksanlığından “aldığım feyzi” aktarma olanağı bulamamıştım ya okurlara…
Şu an “iyi ki öyle olmuş” diyorum! Zira Enstitülerinin kuruluş yıldönümü olan 17 Nisan ile bir hafta sonraki 23 Nisan’ı bağdaştırmak hiç aklıma gelmemişti. Oysa;
-Çocukluk anılarımda her iki tarihin de öylesine denk düşen bir değeri var ki!..
***
1954 yılının 23 Nisan’ı. O sabah annelerimizin bizi okula gönderirken bir başka özenli davrandığını anımsıyorum.
-Yıkanıp paklanmış siyah önlüklerimiz, beyaz yakalarımız ve altında bayramlık pantolon ve pabuçlarımızla…
Bir de okula uğurlarken “23 Nisan töreninden sonra Cevat Amcanızın okuluna gidecekmişsiniz” dediğini de unutamam. O okulun neresi olduğu da
-Çifteler Köy Enstitüsü!.
- Köy halkını bayrama davet için…
Gerçi tam da birkaç yıl öncesinde o ad değiştirilmiş, “Köy Öğretmen okulu” yapılmış ama olsun! Halkımız arasındaki adı hala “Enstitü” olarak geçiyordu.
-Köy Enstitülerinin eğitim ve öğretim sistemi de büyük ölçüde korunarak…
Öğretim yılına içine denk gelen (Köy okullarında) bir tek “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” vardı.
İşte o Sabah okulda sıra olmuş 3, 4 ve 5.nci sınıflar, (Ben de 3. Sınıf öğrencisiyim) önde bayrağımız, Kanlıpınar Köyünün sokaklarını dolaşıyoruz. Niye?
-Anne babalarımızı, köyün tüm halkını 23 Nisan törenlerine davet etmek üzere!..
Okulumuza dönüce gördük ki, köyümüzün efradı bizden önce gelmişler. Biz de bayrak direğinin önünde, okul bahçesinde sıraya girdik yine. Öğretmenimiz konuştu önce. Ardından seçilmiş, 23 Nisan için hazırlanmış öğrenciler şiirler okudu.
O yıl mı, sonraki 23 Nisan töreninde mi, anımsamıyorum; ben de bir şiir okumuştum!
O yılki tören kısa kesilmişti sanki!.. Çünkü bizi “Çifteler Köy Enstitüsüne” götürecek otobüs bizi bekliyordu!..
Neyi anımsıyorum oradan?
-Neyi, neleri hatırlamıyorum ki?.
Hep “Çifteler” adıyla andık Enstitüyü. Oysa Enstitünün Mahmudiye bölümü kapatılmış. Eğitim öğretim Hamidiye köyündeki yapılarda sürdürülmekte idi.
Ağaçlar, çiçek tarhları, arasındaki yapılar. Vardığımızda düzgün yollarda gezinen öğretmen adayı öğrenciler. Sanırım o yıl köyümüze staja gelen son sınıf öğrencileri tarafından organize edilen bir davetin sonucuydu ziyaretimiz.
-Merhum Orhan Musa Çelik ve arkadaşları..
Rahmet diliyorum hepsine ve aramızdan ayrılan tüm Köy Enstitülü öğretmenlerimize...
Diğer öğrenciler de ilgilendi bizimle. Bizler biraz şaşkınca, bir ortamın içinde ve duygularla… Küçüklerin ellerinden tutup okulu gezdirip, tanıtımlarda bulundular.
Ardından kocaman bir salona girdik onların refakatinde. İçi masalar ve (sanırım) üçer kişilik oturaklarla dolu bir sal
-İstisnasız hepimiz ilk defa masada yemek yiyecektik!..
Masalarda bakır tabaklar, aynı şekilde bakırdan sürahiler, bardaklar ve “demirden” kaşıklar…
Tam bu noktada Sevgili İlyas Küçükcan’ı rahatsız ediyorum telefondan;
-Hocam çatal da var mıydı masalarda!?!
Varmış! Çok işlevli imiş demirden çatallar. Nasıl yedik o yemeği? Arada bir elle yeme alışkanlığıyla, parmaklarımız arasına bir yudum ekmek, daldırmış olmalıyız tabaklara!.. Derler ya;
-Yemek mi yedik, yemek mi bizi, hatırlamıyorum!..
***
Duygulu anlar ve anılarla yazabildim .bu son bölümü. O halde uzatmayalım;
-Bir futbol maçı izleme ve köyümüze dönüş!