Halkımızın akıl birikimi, yaşamın derinliklerinden süzerek günümüze getirdiği “değerler” üzerine kuruludur. Bütün insanlığı tehdit eten “salgın, önce “sağlık değerlerimizi ” gündemimizin ilk sırasına taşıdı. Çalışma yaşamındaki alt-üst oluşlar “ekonomik değerlerimizi” yeniden gözden geçirmeyi gerektirdi. “Ahlâki değerlerimizin” özünü oluşturan “erdeme” yeni anlamlar yükleyeceğimiz zamanlara doğru ilerliyoruz. Kültürümüzün ağırlıklı yönünü oluşturan “inanç değerlerimizin” nelerle yüklü olması gerektiğini çok sayıda ilahiyatçımız değişik bakış açılarına göre değerlendiriyor. Yaşamı anlamlandıran bir başka değerler kümesini oluşturan “estetik değerlerin” ne yöne gideceğine ilişkin kaygılarını paylaşan uzmanlar da yeni arayışların izini sürüyor.
Çok büyük bir “dönüşüm” dönemi yaşıyoruz; çok sayıda “değerin çözüldüğü” - Doğa yasaları ‘boşluk bırakmayı’ sevmediği için - “değerlerin yeniden örülerek” boşlukların doldurulduğu bir süreçten geçiyoruz.
İnsanımız için, büyük dönüşümün zararlarını en düşük düzeyde tutma, yararlarını da en yüksek düzeye çıkarma “sorumluluğu” bizlerin omuzlarında.
Gerekli bilgilere sahip değilsek, bilgilerimizi de paylaşarak çoğaltma özgüvenimiz yeterli değilse, Büyük Yunus Emre’nin uyardığı tuzaklara düşeriz:
Sağır işitmez sözü
Gece sanır gündüzü
Kördür münkirin gözü
Âlem aydınlık ise
Bilmiyordum, görmedim, duymadım diyen “üç maymunu” oynama hakkımız elimizden alındı. Her şey gözlerimizin önünde olup bitiyor… İnsanlık inanılmaz bir yarışın selinde sürükleniyor. Bu yarışın büyük engeli “yarım bilgi” sahibi olma…Özellikle sosyal medyada “doğruluğu” kanıtlanmamış “eksik bilgi” peşinden gitme…Yarım bilgi onarılması imkansızlaşan bir sağırlık, körlük ve duyarsızlık yığılmasına yol açıyor.
Âlem aydınlık, ama adem görmezden geliyor; münkir olanları kabullenmeye yanaşmıyorsa işimiz var demek. İnsanlar kendileri için, nesli için ve insanlık için sorumluluklarını yerine getirmiyorsa işimiz daha da zorlaşır. Bilgili ve bildiğini paylaşan bir halkın parçası olmaya emek ve zaman ayırmıyorsak ,sağırlık, körlük ve duyarsızlık hatalarının çiğ gibi büyümesi de kaçınılmaz bir sonuç .
Birey olarak, kendi konforumuzu yaşamayı yeğler; dünyamızda olup bitenlere duyarlılık göstermeyebiliriz. Böylesi bir tutumun “insan olmanın” özüne uygun olmadığını düşünüyorum. “ Her koyun kendi bacağından asılır” deriz; ama onlar koyun olduğunu unuturuz… Biz insanlar, birbirimizin bacaklarından asılırız; sadece kendimiz için olmak yetmez, başkaları için de olmak zorundayız… Başkaları için olmak için hemen harekete geçmezsek, değerlerimizi aşındırır; insanlığımızı da yitiririz!