Yaşadıkça, ne beklentilerimiz biter, ne tahminlerimiz sonlanır ne de temennilerimiz uykuya dalar.
    Bayram öncesi bir “fantezi” yazıya ne dersiniz? Desem ki, aday oldum, kentimizin halkı bizi seçti. Göreve başladığımın ilk 50 gününde neler yapardım?
    Önce, eğer erişebilseydim, geride bırakılan 50 yılda yerel yönetimin bütçelerinin ana kalemlerinin bir tablosunu çıkartırdım. Özellikle de kent yaşamının kalitesini yükselten işlerden başlayarak hangi yatırımların yapıldığını, ne kadar parayla gerçekleştirildiklerini yıllık ortalama dolar değerine ya da net bugünkü değer hesabına göre kamuoyuyla paylaşırdım. Geçmişte kente hizmet edenlere, kattıkları değer nedeniyle teşekkür eder; kamu hizmetinin kesintisizliği ve geçmiş birikimin geleceği inşa etmedeki önemini açıklar; Sezar’ın hakkını Sezar’a vermenin ahlaki gereğini yerine getirirdim.
    Sonra 15 yıllık bir plan kurgular; taahhütlerimi  ilk  5 yıllık planda, tahminlerimi ikinci 5 yıllık planda, temennilerimi de üçüncü 5 yıllık planda değerlendirir; kendimi  kısa, orta ve uzun dönemde kent için yapılması gereken yatırımlara angaje ederdim.
    Büyükşehir’de ve ilçelerde yerel yönetime seçilmiş ya da daha önce görev yapmış olanları hiçbir ayırım gözetmeksizin toplantıya çağırır; öngördüğüm plan ve uygulama programlarımla ilgili değerlendirmelerini alırdım.
    Yüzleşme özgüveni göstererek  yerel medyada kitlelere ulaşan herkesi ve STK yöneticilerini çağırır; planlarımı anlatır; kanıta, belgeye ve sağlıklı gerekçeye dayalı eleştirilerini ve katkılarını almaya özen gösterirdim.
    Bir günümü de iş dünyası temsilcilerine ayırır; yerel yönetim ile  iş dünyası arasında nasıl bir iletişim ve etkileşim beklediklerini sorar; önerilerini alır ve değerlendirirdim.
    Üniversiteleri de bir toplantıya çağırır, yerel yönetim-üniversite işbirliği alanlarının neler olabileceğini tartıştırır; iki ayrı kamu alanının nasıl bir işbirliğiyle kaynakların etkin yönetilebileceğini sorgulatır; anlamı olan önerileri not ederdim.
    Çağrılara  yanıt veren ve vermeyenlerin listesini yapar; kimlerin gerçek anlamda katılımcı, kimlerin ayrıştırıcı  zihniyete sahip olduklarını belgelerdim.
En sonunda da kendim için  bir anayasa  hazırlar; kendimi ilke, kural ve yasalara angaje eder; planımı uygulamaya koyarak  dinamik durum değerlendirmesi  yöntemini kullanarak işlerimi yapardım.
Ne dersiniz?  Şair Furuğ’un  dediği gibi, “ Bütün hayaller kendi saflıklarının doruklarından düşerek ölür” müş. Yazdıklarım doruklarından  düşerek ölecek hayallerimin saflığı mı, yoksa çağdaş bir yöneticinin yapması gerekenler mi?
Kararı siz okurlar versin!