Bizim gibi yetmişli yaşların ortalarına gelmiş insanlara bazı şeyleri anlatmanız zordur
dostlarım. Bizler birini arkadaş olarak sinemize yazarsak, oradan kolay kolay
silmeyiz. Biz onun, o bizim arkamızı tehlikelere karşı korur yeri geldiğinde de
bizimle beraber mücadele eder. Bizim olduğumuz bir mecliste kimse bizim
arkadaşımızı zan altında bırakacak söz edemezdi. Şimdiki nesle gel de bu incelikleri
anlat bakalım!
Biz çalışmadan para kazanarak yaşayanların akıllı insanlar olarak görüldüğü bir
zamanı içine sindiremeyen nesiliz. Başkalarının alın teriyle elde ettikleri kazançları,
sana da çıkabilir diyerek yasal görülen yollarla cebe indirenleri savunanları
unutmayacağız. Fuhuşun yayıldığı, ailenin önemini, şeref ve onurun kaybedildiği bir
dünyada bizim ülkemiz de yansımasını görmenin sıkıntısını hep beraber çekmekteyiz.
Bel kırıp gerdan bükenlerin, ağam, paşam diyenlerin bulunduğu bu ortamda yaşamak
kanımıza dokunuyor arkadaş, ne yapalım bunlarıda yazmazsak bizim insanlığımızı
gelecek nesillere nasıl anlatırız. “Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler /
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler / Hayadan eser yoktur nafile bütün
sözler.” ABDULLAH Çağlayan, bu taşlamayı 1943 yılında yazmış ve hakkında
soruşturma açılmıştır. Hiciv “Memurları fena yola sevk ve hükümet aleyhine tahrik
mahiyetinde görülmüştür.” ABDULLAH Çağlayan, ifadesinde kendisini savunurken
şöyle demiştir: “Manzume memurları fena yola sevk ve tahrik değil, kötü ahlak ve
karakter sahibi insanları, dürüst ahlaklı ve yurdun nizamlarına hürmetkar olmaya
davet eder mahiyettedir.” Demiş ve beraat etmiştir. Şimdi insanların gözünün içine
baka baka yalan söylemek maharet, rakamlarla oynanarak açıklanmak istenilen
verileri değiştirmek istatiksel analiz, bilmedikleri konuyu biliyormuş gibi anlatmak
felsefi yaklaşım oldu.