Isınmak için doğalgaz, tüp gaz yoktu!
Paralarımız çarçur olmazdı.
Kömür, odun yakardık.
Eskiden her evde sabahları süt, yumurta, peynir, sucuk, bal ya da reçel, pekmez, ev ekmeği, poğaça ile kahvaltı olurdu.
Öğlen tepsi böreği, yoğurt, turşu;
Akşam et yemeği, bulgur pilavı, turşu yerdik.
Geçim sıkıntısı ne demek bilmezdik.
Meyve bahçeden, kuruyemiş bakkaldan.
Bunları yiyen insanlar üşür mü?
Her yediği katkısız, doğal olunca hasta olunur mu?

Şakir Zümre ve döküm kömür sobaları her evde vardı.
Kömür ve ev atıkları yakılırdı. Şeytan sobalarını da unutmamalıyız.
Sabahları ekmekler sobada kızarır,
Evin kokusu da yenen narenciyelerin kabukları sobanın üstünde kokardı.
Sonra da o kabukları sobada yakardık.
Sobadan çıkan borulara koyulan aparatla çamaşır bile kurutulurdu.
Ha, bir de sobanın üstünde kestane pişirir yerdik.
Sabahları kahvaltı ekmeklerini sobanın üstüne maşayı koyar, kızartırdık.
Anamızın evde yaptığı sucuklar sobanın üstünde pişirilip yenirdi.
Geceleri sobanın en altındaki küllerin içine ayva koyar, sonra da yerdik.
Bu gıdalardan fakir denilen evlerde bile iki-üçü mutlaka bulunurdu.

Her yediğimiz sağlıklı şeylerdi. Bugüne göre hepimiz zenginmişiz.
Şimdi saydığım bu gıdaların çoğu ne yazık ki soframızda olamıyor.
Soğuktan da korkmazdık.
Sobada yanan kömürün korunu görünce ısınırdık.
Çok soğuklarda analarımızın yünden ördüğü içlikleri giyerdik.
Soğuğun insanı sağlıklı kıldığına inanılırdı.
Çünkü insanlar paylaşmayı ve insanlığı bilirdi.