Türkiye’de halkın büyük bir kesimi asgari ücret ve buna yakın ücretler kazanırken azınlıkta kalan bir kesim pastanın büyük dilimini yiyor. Rakamlarla konuşursak yüzde yirmilik kısım gelirin yüzde elli dördünü elde ediyor. 
Gelir uçurumları, sefalet içerisinde olan halkı, pastanın büyük kısmını kendine alan sömürücü tayfaya yöneltmesi gerekirken, Türkiye’de bu sömürücü ve güç sahibi kesim, yükselen öfkeyi, eğitimli ve beyaz yakalı olan orta üst sınıfa yöneltmeyi başardı.
Avukatlar, doktorlar, öğretmenler bu öfkeden en çok nasibini alanlar oldu. Meslek itibarları yerle bir olurken, şiddet olaylarına maruz kalmalar da hızla artmaya başladı.
Bu yanlış politikanın bir diğer sonucu da Odtü, Boğaziçi gibi ülkemizin gözbebeği olan üniversitelerin hedefe konulmasıyla beraber, geleceklerinden korkar hale gelen sekiz milyon üniversite öğrencisi ve aldıkları nitelikli eğitim ve donanımla ne yapacaklarının bilemeyen işsizler ordusu.
Eğitimli kesime duyulan öfke o kadar sistematik ki, artık bu mesleklerin yeni üyeleri, orta ya da üst kesim de değil. Üniversite mezunu olarak rahat bir hayat yaşam sürmek zaten hayal. Nitelikli meslekler rahat bir ekonomi vadetmediği gibi maalesef bir itibar da sağlamıyor.
Ve nitelikli meslekler itibar kaybettikçe, “giderlerse gitsinler” gibi söylemler devam ettikçe, bu insanların verdiği hizmetlerin vasatlaşması da kaçınılmaz. Üstelik, beyin göçü, gelirlerin azlığı ve elbette liyakatsizlik sonucu hastanelerden randevu almak, nitelikli yargılamaya tabi olmak, donanımlı bir eğitim almak ve nihayet rekabetçi üretim yapmak ise neredeyse imkansız hale gelmiş durumda.