20. ve 21. yüzyılların büyük filozoflarından biri olan Michel Serres; ticaret, bilgi, mal, tüketim ve kültür arasındaki ilişkiyi şöyle anlatır: “Eğer senin bir ekmeğin, benim ise bir eurom varsa ve ben euromla senin ekmeğini satın alırsam, bu alışverişin sonunda bende ekmek, sende ise euro olur. Bu mükemmel bir denge gibi görünüyor, değil mi? Başlangıçta A’nın bir eurosu, B’nin ise bir ekmeği vardır; sonra A ekmeğe, B ise euroya sahip olur. Bu adil bir alışveriştir ama tamamen maddidir. Şimdi hayal et ki, sen Verlaine’in bir şiirini biliyorsun ya da Pisagor teoremini ama ben bunların hiçbirini bilmiyorum. Eğer bana bunları öğretirsen, bu alışverişin sonunda ben şiiri ve teoremi öğrenmiş olurum ama sen onları hâlâ bilmeye devam edersin. Bu durumda yalnızca bir denge değil, gerçek bir büyüme söz konusudur. İlk örnekte bir ticari alışveriş yaptık; ikinci örnekte ise bilgi paylaştık. Maddi mallar tükenirken, kültür sınırsız şekilde yayılır.”

Her iki örnekte de izah edildiği üzere, tarih boyunca mal ve kültür ilişkisi benzer şekilde devam etmiştir. Bugün ise bu ilişki bireyler arasında hâlâ devam ederken, birey ve devlet arasındaki ilişki maalesef tam olarak uygulanmamaktadır ve dünyanın yüzde 80’i bu ilişkinin dışında kaldığını görüyoruz. Öncelikle yaşadığımız şehre ve ülkeye bakmakta fayda var. Mevcut kanunlar çerçevesinde ve toplumsal ilişkilerde, her vatandaş üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmeye çalışırken, vatandaşın yükümlü olduğu vergi konusunda aynı şeyleri söyleyemeyiz. Vatandaş, ödediği verginin karşılığı olarak devletten hizmet, güvenlik, konfor ve medeni bir yaşam beklerken, devleti oluşturan kurum ve kuruluşlar, vatandaşın beklentilerini karşılamak için yetki ve yetkili organlara ihtiyaç duyar. Bu görev ise belli süreler içinde yenilenen seçimlerle; ülke yönetimini siyasi partilere vererek onları yetkili kılar. İşte tam bu noktada, Serres’in söylemiş olduğu ilişki ortaya çıkar. Öncelikle bireyler arasında devam eden bu alışveriş gayet normal ve doğru bir noktadayken, vatandaşla devlet arasında sürdürülen bu ilişkide ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Devlet dediğimiz erk, kanunlarla her türlü görevi ve sorumluluğu apaçık belliyken, onu yürütmekle görevli iktidarlar bu kanunları eşit uygulamayarak vatandaşın ciddi zararlara uğramasına neden olmaktadır.

Hani çocukluğumuzdan beri verdiğimiz vergiler bize yol, su, elektrik olarak dönüyordu ya, artık öyle değil. Yolların bir bölümü, köprüler, caddeler, sokaklar, otoparklar, normal park alanları tek taraflı olarak birçoğu ücretlendirilmiş, ihale edilmiş veya birilerine tahsis edilmiş durumda. Hal böyleyken neredeyse içtiğimiz su, soluduğumuz hava, yürüdüğümüz yol, gezdiğimiz mesire alanları da ücrete tabi tutulma noktasına getirilmiştir.

Vatandaş, tüketim mal ve hizmet açısında bir nebze karşılık bulsa da eğitim ve kültürel açıdan bu paylaşımdan oldukça uzak kalıyor. Basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, kişisel hak ve hürriyetler, bilgi edinme, kişisel gelişim gibi konularda devletin öncülüğü beklenirken, bu konunun yorumlanmasından uygulamasına kadar tarafsız ve eşit uygulanmadığı görülmektedir. Dileğim odur ki, bundan sonra ilgili kurum ve kuruluşların, devleti yöneten iktidarların, vatandaşın mal ve kültür değerlerini güvence altına alarak herkesin eşit ve adil bir hizmet almasını sağlamak, temel görevleri olur. Aksi takdirde 21. yüzyıl değil, 25. yüzyılda bile bilgi toplumuna ulaşmamız bir hayal ve hayal ötesi olacaktır. Tek istisna ise ticaret, tüketim ve malların güvence altına alınarak bilgi ve kültür ilişkisini yayarak bu alışverişte ülkenin ve hatta dünyanın eşit olarak yararlanmasının sağlanmasıdır.