“Gerçek” ve “Hakikat” kavramları birbirinin aynısıymış gibi gözüken ancak dil ve felsefe anlamında büyük ayırımlar taşıyan iki kavram. Gündelik hayatta eş anlamlı olarak kullanılsa da temelde büyük farklılıklar içeriyorlar. “Gerçek” zihnimizden bağımsız, somut ve nesnel olarak “var olan” anlamına geliyor. Onu kavramak için bilincimize gerek duymuyoruz, çünkü o orada zaten var. Yani Frenklerin “réalité” dediği şey. “Hakikat” ise nesnel gerçeğin zihnimiz ve düşüncemizdeki yansıması, yani “vérité”. Özneden, onu yorumlayandan bağımsız olarak var olana “gerçek”, ama devreye zihnimizi ve aklımızı sokarak kavradığımız gerçeğe ise “hakikat” diyoruz. Dil bilimi açışından biri Türkçe, diğeri Arapça. Felsefede “gerçek” ontolojik (varlık bilimi), “hakikat” ise epistemolojik (bilgi bilim) kökenlidir. Gerçek ontolojik olarak varken, hakikatin arka planında o güne dek edindiğimiz bilgilerimizin toplamı vardır ve hakikati zihninde yorumlayan insanın bilgisini içerir, o insanı anlatır. Böylece hakikat kişiden kişiye değişebilirken gerçek olduğu yerde değişmeden var olmaya devam eder. Yani gerçek bir veriyse, hakikat aklımızın o veriyi işleyerek yine o gerçeğe dair ürettiği bilgidir ve gerçekle bağdaşmayabilir…
Bu “gerçek” ve “hakikat” ayırımı niye bu kadar önemli? Çünkü hakikati kavrarken insan devreye giriyor ve kavram kişiye göre değişikliğe uğrayabiliyor. Veriyi işleyen zihnimiz bizim dünya görüşümüze göre hakikati şekillendiriyor. Ve gerçek o bireyin zihninde özgürce eğilip, bükülüp hakikate dönüşüyor. Kimisi zihninin ürettiği hakikati gerçek sanırken, kimisi de cehaletinin kurbanı olup, bilmediği bir konuda fikir yürütüp kendince hakikate ulaşıyor. Evrensel bir gerçeklikten yola çıkarak ulaşılmış bir hakikat değil bu. Kendi uydurduğu, zihinsel olarak kendini rahat hissettiği bir gerçeklik. Oysa gerçekliğin ölçütünde evrensel kurallar, doğa yasaları ve bilim var. Bunların tümünü ıskalarsanız; kendi oluşturduğunuz hakikatler dünyasında yalan yanlış kararlar alır, kendinize verdiğiniz zarar dışında çevrenize, topluma, ülkenize ve insanlığa verdiğiniz rahatsızlığı anlamanız bile olanaksızdır…
Not: Bu yazıda Gönç Selen’in Gazete Pencere’deki “Hakikati Kaybetmek” adlı makalesinden esinlenilmiştir.