Bir süredir “Felsefi Antropolojiye” yani “İnsan Felsefesine” merak saldım. Dolayısı ile çeşitli okumalar yapıyorum. İnsanın “ne’liğine” ilişkin sorgulamalar bende büyük merak uyandırmaya başladı. Bu güzel ve yalnız ülkede yaşamak, ister istemez “insan nedir” sorusuna yanıt aramaya yönlendiriyor kişiyi. Beynimizin evriminin insan olmamızda büyük rol oynadığını anladıktan sonra, tüm insanlığın bu gelişiminin gereğini neden gösteremediğini anlamaya çalışıyorum. Çünkü hiçbir otoriter ve insanlık karşıtı siyasal rejim, gücünü aldığı toplumdan soyutlanamaz. Arkasında varlığını sürdürmesine yol açan ve destekçisi olan bir insan kitlesi mutlaka vardır. Onu besleyen, yeşerten ve büyüten insan faktörü olmadan faşizmler varlığını sürdüremezler. İnsan beyni kötülük içeren, kendi aleyhine çalışan otoriteye kutsal din ve milliyetçilik kavramları üzerinden teslim oluyor. Bu tür baskıcı yönetimlerin dünyanın her tarafında, coğrafi koşulları gözetmeksizin, yoksulluk ve eşitsizlikler artıkça yükseliş göstermeleri de kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor… 
Çeşitli kitaplarda insanın ne’liğine ilişkin üç anlayış dile getiriliyor: Tek Tanrılı dinlerin geleneğinde kökenini bulan yaradılış düşüncesi, Antik Yunanda kökenini bulan insanı akla, logosa sahip bir varlık olarak ele alan görüş ve Doğa bilimlerinin öngördüğü varlıkların en gelişmişi, en üst basamağı. Kısaca bu üç insan görüşü, teolojinin, felsefenin ve biyolojinin insan görüşleri olarak serimleniyor. Teolojik öngörüde insana baktığımda, evrim kuramı çerçevesinde, insanın kökenini tek hücreli canlılara kadar götürebileceğim bir atalar zincirine rastlıyorum. Felsefi anlamda akıl ve logos sahibi insana rastlamakta günümüzde güçlük çekiyorum. Biyolojik olarak canlıların en gelişmişi olarak insanı kabullenmem mümkün değil. Belki hepsinden birer parça vardır ama kesinlikle tamamı değil. “İnsan nedir?” sorusuna yanıt bulduğumuzda sorunu çözeceğiz. Şimdilik bana kalırsa; köle ahlakını benimsemiş, güç istencinin özlemi içinde kıvranan yığınlar kendi yoksunlukları ile baş etmenin yolunu, kendileri dışında güven duyacakları bir simgede arıyorlar. Oysaki insan beyni özgürleşmeden insanın özgürleşmesi ve insan olabilmesi olası değil. Aydınlanmanın önemi de burada yatıyor. İlk kadın filozof ve öğretmen, bizzat insanlar tarafından derisi yüzülerek katledilen, Hypatia “insanları birleştiren şeyler ayıranlardan daha fazladır” demiş. Birleştiren unsurları buldukça dünya daha güzel olacak kuşkusuz…