“Hep birileri olur nasılsa dediniz, ama hiç bir zaman o birisi siz olmayı denemediniz..”
   Bir becerebilsek, sadece bir kere en azından deneyebilsek, kimbilir belki de bazılarımız başarabilir dünyaya hayvan gözüyle bakabilmeyi!
   Misal, arkası açık kamyonette, soğuk rüzgar yüzünüzü kırbaç gibi yakarken, sekiz on arkadaşınızla birlikte sıcak ağılınızdan, kardeşlerinizden, annenizden, belki yanık sesli kavalıyla çobanınızdan, bekçiniz karabaşın güçlü sesinden koparılmış, nereye, neden gittiğinizi bilmeden bir yolculuğa çıkarılmışsınız.. Artık yeşil kırlar, mis kokulu otlar sizden çok uzakta. Bir de sırtınıza kötü kokulu, kırmızı bir boya sürmüşler, birbirinize bakıp, soran gözlerle “acaba gelin mi olacağız?” demişsiniz..
   Havada acı, genizleri yakan bir kan kokusu, melemeler, yalvarışlar, ayaklarını sürüye sürüye bir yerlere götürülen arkadaşlarınızın iniltileri..  Üç beş güçlü adamın hoyrat elleri, biraz önce sürüklenerek götürülen arkadaşınızın yanına çekecek bedeninizi, kiminizi boynuzunuzdan kiminizi ensenizden. Canınız yanacak, aslında ne olacağını, ne olduğunu bildiğiniz ama bir türlü kabullenmek istemediğiniz sona gideceksiniz umarsız...
   Ne kadar çırpınsanız da, ne kadar itiraz etseniz de, kurtulmak için son gayretinizi sarf etseniz de alaşağı  edilip yana devrilecek bedeniniz, işte o zaman göreceksiniz al kanlar içinde, beyaz postu baştan aşağı boyanmış sürü arkadaşınızın daha soğumamış, tiklerle sıçrayan sıcak bedenini.. 
   Kendi sonlanacak yaşamınıza değil de o anda nedense o arkadaşınızın hayata doyamadan açık kalan sürmeli gözlerine üzüleceksiniz. Kısa yaşamınız, sinema şeridi gibi gözlerinizin önüne gelecek, doğduğunuzda ne kadar da mutlu, annenizin sizi çağıran “meee” sesiyle nasıl da güvende olduğunuzu anımsayacaksınız. Şimdi sizin ölüm fermanınızı imzalayan insan cinsi bile güzelliğinize, saflığınıza dayanamayıp kaç kere okşamıştı başınızı, annenizin o ılık sütünün sayesinde  sürüdeki o kadar çok annenin içinden onu, o mis kokusuyla hemen nasıl da buluverdiğinizi hatırlayacaksınız. 
   Daha da fazlasını hatırlayacaktınız belki, ama havada soğuk mavi bir çelik renginin ışıması ve boynunuza, hani o mavi boncukla süslenen, kesimden önce koparılarak çıkarılan boynunuza, mukadderat karşısında kıldan daha ince olan boynunuza, öldürücü darbeyi almanızla bütün hatıraların sonlandığını, artık düşünecek bir şey kalmadığını anlayacaksınız. Eminim ki son düşünceniz “iyi ki bıçak kör, kasap acemi değilmiş” olacak..
   Sonra, bir sokak köpeğinin gözüyle bakmayı deneyin dünyaya; öyle her zaman her yerde herkesin görmeye alışık olduğu, küçükken şirinliğinden mahallenin çocuklarınca sevilen, isim bile konulan ama biraz büyüyüp o şirinliğini kaybettiğinde, hoştlardan, taşlardan, tekmelerden bolca nasibini alan, geceleri ancak çöplerden bulabilirse bir iki kuru kemikle karnını doyurmaya çalışan, çamurlu, deterjan artıklı sulardan susuzluğunu gidermeye çabalayan bir sokak köpeği..
   “Dünyaya çile mi çekmeye geldim” diye düşündüğün soğuk gecelerde, köpek isminin bile fazla lüks görülüp “İT” diye aşağılandığın, işte öyle bir köpek. Can tatlı, her şeye rağmen sana verilen bu hayatı sonuna kadar  sürüklemeye razıyken, o kaza günü olmasaydı eğer! Sen o arabayı gördün, arabanın sürücüsü de  sieni gördü, sen kaçmaya çalıştın şoför hiç oralı olmadı, çünkü senin adın “it”ti nasıl olsa, o itlerden biriydin. Şoför frene basma zahmetine bile katlanmadı, arka ayaklarının üzerinden geçti koca kamyonun tekerleri. Acın dayanılmazdı, sürükleyerek  bedeninin önünü, üç gün sürecek ızdırabını kaldırıma taşıdın. Üçüncü günün sonunda bir başka araç, bir çöp kamyonu geldi, boynuna teller bağlandı, nedense kimse kucaklayıp kaldırmayı düşünmedi incinmiş narin bedenini. Çöpçülerin birinin ağzında bir yarım izmarit, hayatının değeri onlar için çok belli, aracın arkasına, dişlilerin arasına attılar acılı, sakat kalmış zavallı bedenini, istikamet çöplük. Sonrasını çözümleyemedin, neden ve nasıl olduğunu. Belli ki insanlar duydu, gördü seni; “medyatik oldun” diye fakülte ortamında tedavi ettirmek için o soğuk, ilaç kokulu odaya getirdi. Günlerce acılar içinde kaldın orda. Aslında istediğin bu değildi, rahat bıraksalar çoktan acısız, sonsuz uykunu uyumaktı beklediğin. Ama olmadı, ne doğarken ne de ölüme hazırlanırken fikrini sormadılar, olmadı yaşadığın o kısacık hayatında hiçbir istediğin olamadı.
   İşte böyle dostlar, insan kardeşlerim, bu sadece iki örnek, bunları çoklandırmak olası, ama yerim izin vermez. Acaba diyorum kendinizi bir kere olsun  bu iki örnekteki canlının yerine koyabilir, onların gözlerinden bakabilir misiniz dünyaya?