Bu günün dünyasında, insanı derin bir sorgulamaya iten çok büyük bir değişim yaşanıyor.
Sanki her şey bir bilinmezliğin içinde savrulup gidiyor.
Dengesini yitirtmiş kontrolsüz bir güç gibi her şeyi önüne katıp ilerliyor.
Toplum, içine düştüğü yozlaşmayı fark etmezken, farkına vardığı noktada ise olayları önemsemeyecek kadar duyarsızlaşmış durumda.
Merhametsizlik sıradan, kötülük ise olağandışı niteliğin içinde ve acılar his edilmeyecek kadar uzak, derin bir karanlığın içinde.

Yalan dolan ve çıkarcılık neredeyse bir erdem gibi görülürken, kendi küçük dünyasına çekilmiş insanlar, kabuk bağlamış yaralarını sarmaya devam ediyor.
Etliye sütlüye dokunmadan, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın derken, pratikte işin öyle olmadığını da herkes bilmektedir aslında.
Olana bitene kulak tıkayanlar çoğaldıkça, göz göre göre “kurunun yanında yanan yaş’ı” görmezden gelerek bir nevi üç maymunu oynuyor.
Kaldı ki birbirini anlamayan, empati kurmayan, acısını duymayan, sadece kendi çıkarını düşünen bireylerden meydana gelmiş yeni bir toplum, her türlü etkiye açık olduğu bir gerçektir.
Bu durum insanı yalnızca yorgunluğa, umutsuzluğa sürüklemekle kalmıyor aynı zamanda bireyin iç dünyasına, toplumsal hayata yabancılaşmasına da neden oluyor.

“Durup dururken şu dünyaya ne olmuştu...

Onun bu kadar delirdiği, zıvanadan çıktığı, şimdiye ne görülmüş ne de duyulmuştu.” diyor. “Üç Anadolu Efsanesi” kitabında, Yaşar Kemal.

Ne yazık ki her şeyin değersizleştiği, anlamını yitirdiği, ahlaki deformasyonun zirve yaptığı bu çağda yaşamak sadece bireysel değil toplumsal düzeyde de insanı derinden yaralayan bir ruhsal çöküşe evirildiğine tanıklık ediyoruz.


Bu dönüşümün günü kurtardığını düşünen sayısız insan olsa da, günün sonunda “Görgüsüz Özgürlüklerin” genişleyen çemberinin hiçbir insana, topluma veya dünyaya yarar sağlamayacağını da herkes bilmelidir.
Yapılan her yanlışın her doğrunun elbet karşılığı olacaktır.
Çünkü insan ne ekerse onu biçer.
Durup dururken bu dünyanın nereye gittiğinden ziyade, neden gittiği de en az onun kadar önemlidir.