Tarık Akan'ın cenazesi yaşama dair bir çok düşünceyi de beraberinde getirdi. Bizim ve bizden az önceki kuşaklar (ortalama 1945 ile 1955 arası doğumlular) Cumhuriyet aydınlanmasından genellikle nasibini almış kitlelerdi, kimisi 68, kimisi 80 kuşağı olarak anıldı. Çoğu da zamanının Atatürk ilkelerine bağlı, laik, çağdaş, antiemperyalist, ilerici gençleriydi. Atatürk sevgisi yüreklerine öylesine kazınmıştı ki, hiç bir iktidarın gücü onu söküp atmaya yetmedi. Bağımsızlığı, onurlu yaşamayı ve devrimciliği içselleştirdiler. Bu kuşağın bir kısmının yaşı yetmişe dayandı. İçinde kendimde olduğu için yazmakta beis yok; çevresini aydınlatan ve geliştiren, ülkesini seven bu ihtiyar delikanlılar artık yoruldular, kimisi düşmekte ve zorunlu olarak mücadeleyi terk etmekte. Yerlerini yetiştirdikleri aydınlar alacak ve "mücadele hiç bitmeyecek"...

Zamanla köyden kente doğru gerçekleşen göç, o yörede kentleşmeyi oluşturamadı ama kenti köylüleştirdi. Solu bertaraf etme ve ılımlı İslam projesine destek verme adına oluşturulan neoliberal politikalarda üzerine eklemlenince, insanımıza yansıyan muhafazakarlık, dindarlık, otoriterlik oldu. Mesleksiz kalmış iyi eğitim alamamış yeni yetişen gençlerinin büyük bir bölümünün üstü kazındığında, "köylülüğün ideolojisi" karşımıza çıkar. Onun için yüreği yurt ve insan sevgisi ile dolu "Atatürkçü" gençlikten, otobüste şortlu kadına "uçan tekme" savuran IŞİD kafalı gençlere doğru evrildik. Evrim her zaman gelişmeye doğru olmuyor, bazen geriye doğruda çalışıyor. Sorun "doğal seleksiyon" denen evrimsel mekanizmanın nasıl işleyeceği ile ilgidir. Biliyorsunuz "doğal seçilim" yada "doğal ayıklanma" dediğimiz evrimsel koşul çevreye uyum sağlayabilenler hayatta kalır, diğerleri yok olur şeklindedir. Demek ki asıl problem çevrenin nasıl oluşacağı yönünde; bu topraklar aydınlıktan yana çağdaş insanların yeşermesine mi izin verecek, yoksa gerici güruhun palazlanmasına mı?..