Tarih boyunca insanlık, üç büyük bilim insanı ve onlar tarafından yazılmış üç kitap üzerinden üç büyük kırılmaya uğramıştır. Bunlara bilimsel devrimler denir ve bu devrimler, o günlerde yürürlükte olan paradigmaların yıkılmasına neden olmuşlardır. Doğanın yasaları olduğu gibi toplumun da yasaları olduğunu, bunların kavranmasıyla toplumun geliştirilmesi ve dönüştürülmesinin mümkün olduğunu, yani evrenin ilahi ve değişmez bir düzeni olmadığı gibi toplumun da ilahi ve değişmez bir düzeninin olmadığı bilgisi böylece ortaya çıkmıştır...

Bu bilimsel devrimlerin ilki, 16. yüzyılda Nikolas Kopernik’in “Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine” (1543) adlı eseriyle başlayan süreçte mevcut “dünya merkezli” (jeosentrik) görüşün yıkılarak yerine “güneş merkezli” (heliosentrik kozmoloji) evren modelinin konmasıdır. Söz konusu bilimsel devrimle insanlar, evrenin işleyişini anlamak için kutsal kitaplara, kiliselere ya da mevcut otoritelere değil, gözleme ve akla başvurması gerektiğini öğrenmiştir…

İkincisi ise o günlerde teleolojik (amaca yönelik) doğa anlayışının, İsaac Newton’un “Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri” (1687) eseriyle; evrenin Tanrı’nın mucizeleriyle değil, evrensel ve değişmez, mekanik ve matematiksel yasalarla yönetildiği fikriyle köklü biçimde dönüşmesidir…

Üçüncü bilimsel devrim, uzun yüzyıllar boyunca türlerin değişmez olduğu, her canlının Tanrı tarafından belli bir biçimde yaratıldığı düşüncesinin 19. yüzyılda Charles Darwin’in “Türlerin Kökeni” (1859) adlı eseriyle köklü biçimde sarsılmasıdır. Böylece insanın doğa üzerindeki ayrıcalıklı konumu reddedilmiş ve biyolojik evrim paradigması doğmuştur. Bu bilimsel devrimle birlikte teolojik yaratılış düşüncesine karşı bilimsel bir alternatif gelişmiştir...

Söz konusu bilimsel devrimler, yalnızca teknik ilerlemeleri değil, insan düşüncesinin temel yönelimlerini de değiştirmiştir. Dünya merkezli evren anlayışından güneş merkezli sisteme, teleolojik doğa görüşünden mekanik evrene, değişmez türler fikrinden evrimsel biyolojiye kadar birçok paradigma yıkılmıştır. Bu, insanlığın aydınlanma çağını yakalaması anlamına gelir ve aydınlanma hem bedensel hem de düşünsel özgürlük demektir. Tüm insanların bilimsel devrimlerin yarattığı aydınlanmadan eşit olarak nasiplerini alması beklenir. Ancak pratikte bu mümkün olmamıştır. Nedenini, Nobel Edebiyat Ödüllü Portekizli yazar José Saramago “Körlük” adlı kitabında şöyle açıklıyordu: “İnsanları temel ihtiyaçları ile meşgul edersen, kaybettikleri özgürlüğü unuturlar…”