Dünya üzerinde esen sağ milliyetçi rüzgârlar; kimi yerde din sosuna bandırılarak, kimi yerde etnik kimliğe dayandırılarak, kimi yerde ise savaşlara yol açarak ama sonuç olarak faşizm baş tacı edilerek tüm hızıyla sürüyor. Başı da doğal olarak Donald Trump ve Vladimir Putin çekiyor. Doğu Avrupa ülkeleri Putin’i, Almanya, Fransa ve İngiltere’den oluşan üç büyükler ise Trump’ı takip ediyor. İtalya’da hâlihazırda zaten neofaşizmin takipçisi bir iktidar var. Hepsi de halk tarafından seçilmiş liderler tarafından yönetiliyor. Hitler’i de halk seçmişti.

Oysa bundan 2500 yıl evvel, ilk filozoflardan gerek Platon gerekse Aristoteles demokrasileri bozuk rejimler arasında gösterip bizleri uyarmışlardı: “Demokrasinin esas prensibi halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir.”

Herhalde halk tarafından seçilmiş olmak, seçilende her türlü gücü kullanma ve anayasal sınırları aşarak halka rağmen kendi çıkarını korumak ve kollamak olarak algılanıyor olsa gerek. Böylece demokrasiler, çıkar ilişkisi güden siyaset karşısında hep korunaksız kalmaya mahkûm oluyor…

Homo sapiens’in ortaya çıkışı genellikle 200–300 bin yıl öncesine dayandırılırsa, dünyada bildiğimiz anlamda şimdiye kadar yaşamış toplam insan sayısı demografik modellere dayanan tahminlere göre yaklaşık 110–120 milyar arasındadır. Hatta bilim insanlarına göre yaklaşık 117 milyar insan bugüne dek yaşamıştır diyebiliyoruz. Bunların pek azı Paleolitik çağda mağara köşelerinde, daha fazlası Neolitik dönemde yerleşik olarak toprağı işleyerek, kimisi Antik Çağlarda her şeyden yoksun uygarlıklar yaratmaya çabalayarak, bir kısmı da Orta Çağ’da dehşet içinde eşitsizliklerle boğuşarak yaşamını geçirmiştir.

Bugün dünya nüfusu yaklaşık 8 milyar. Yani insanlığın gelmiş geçmiş toplamının %6–7’si şu günlerde hayatta. Ne yapalım; böyle bir çağda yaşamak nasipmiş bizlere de. Gün geçmiyor ki yeni bir “güç sarhoşluğu” hamlesine ve demokrasilerin yeni bir savruluşuna tanık olmayalım.

Otokrasi, içte veya dışta düşman arıyor; bulamazsa yaratmaya çalışıyor, çünkü onsuz ayakta duramıyor. İktidarlar, varlıklarını sürdürebilmek için gerekirse düşman değiştirebiliyor. Amaç, toplumu ortak bir korku etrafında birleştirmek; başarısızlıkların üzerini örtmek, ekonomi ve adaletteki çöküşleri görünmez kılmak.

Anladık da… nereye kadar?..