Her geçen gün derinleşen ekonomik sorunlarla birlikte “Yargı kararlarıyla şekillenen siyasi konuları“ konuşuyoruz.
Televizyonlardaki yorumlarda ortalık ‘senaryolardan’ geçilmiyor.
Demokratik bir ortamın olduğu ve seçimlerin normal koşullarda yaşandığı ülkelerde hiç rastlanmayacak türden tartışmalarla zaman geçiriyoruz.
“Siyasallaşan yargı” Kamu görevlileri başta olmak üzere diğer potansiyel adayların geleceğini belirsiz hale getiren bir unsur olmaya devam ediyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası ve “Siyasi yasak kararı“ da bu çerçevede tartışılıyor.
Kararın arkasında, yaklaşan seçim öncesinde büyük bir bütçesi olan ve etki alanı çok geniş olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yönetimini ele geçirmek gibi önemli bir amaç olduğu görülüyor.
İstanbul dışındaki seçmenlerden de geniş destek bulan Ekrem İmamoğlu’nun muhtemel Cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemek ise ‘bir taşla iki kuş vurmak’ tarzında bir sonuç olarak değerlendirilebilir.
Siyasi yasak kararı ile birlikte ‘altılı masa içinde’ özellikle de CHP ve İYİ Parti arasında güç dengeleri tartışması yaratarak masayı dağıtmayı denemek de düşündürücü bir konu olarak ortaya çıkıyor.
Gelinen noktada kararla ilgili yargı süreci devam ediyor ama iktidar kanadından ve yüksek yargı organları temsilcileri tarafından yapılan açıklamalarla ‘kararın onaylanacağı’ yönünde bir algı yaratılıyor.
Önümüzdeki süreçte “Siyasetin hukuk eliyle dizayn edilmesinin” örnekleri çoğalacak gibi görünüyor.

Türkiye’de siyaset özellikle de muhalefet partileri açısından “alan ve içerik olarak” büyük bir tıkanıklık içinde.
Türban tartışmasıyla başlayan ve iktidar tarafından başka bir şekle dönüştürülen Anayasa değişikliği teklifi nedeniyle muhalefet partileri çok dar bir alana sıkışmış durumda.
Teklif Mecliste 400’ün üzerinde oyla kabul edilse bile Cumhurbaşkanının teklifi referanduma götürme yetkisi olduğu için ‘seçimin psikolojik ortamı’ çok farklı şekillenebilir.
Siyasette ‘smokin kuyruğu’ adı verilen zincirleme etkiyle ortam iktidarın istediği şekilde yönlendirilebilir.
Açıkça ifade etmek gerekir ki Cumhurbaşkanı, milletvekili ve anayasa oylamasının yan yana üç sandık konularak yapıldığı durumda genel hava iktidarın lehine gelişebilir.
CHP ve İYİ Partinin anayasa oylamasındaki tavrı hangi yönde olursa olsun seçmene bunu anlatması da o kadar kolay değil.
CHP ‘evet’ dediğinde anayasanın laiklik ilkesini zedeleyen çok önemli bir yanlışa onay vermiş olacak.
Teklife ‘Hayır’ der ve yine de Cumhurbaşkanı tarafından referanduma götürülürse kapanmış bir konuyu açarak temel haklarla ilgili anayasal bir sorun yaratmakla suçlanacak.

Siyasette tıkanan alanı aşmanın çok çeşitli yolları var elbette ama bu noktada yakın dönemde yapılan Brezilya seçimine bakmakta yarar olabilir.
Brezilya seçimi birbirine zıt iki ülke planını karşı karşıya getiren bir seçim oldu.
Seçim öncesinde yaratılan ‘korku iklimi’ de bizdeki yönetsel yapıya benzerlikler gösteriyor.
Sağ iktidara karşı seçimi kazanan solcu lider Lula da Silva’nın kampanyasında dikkat çekici özellikler var.
Lula, “En acil çözmemiz gereken konu açlığı sona erdirmek. Bu ülkede milyonlarca insanın yiyecek hiçbir şeyinin olmamasını ve ihtiyaçlarından daha az tüketmelerini normal kabul edemeyiz” demişti.
Seçim kampanyasında sosyal konutları genişleteceğini, borç affı programı başlatacağını, dezavantajlı kitlelere karşı duyarlı bir tutum takınacağını da açıklamıştı.
Lula’nın kampanya danışmanı da bir söyleşide “Ülkelerinde demokrasi, insan hakları, siyasallaşan yargı ile ilgili önemli sorunların var olduğunu ancak tamamen ekonomik konulara yoğunlaşarak kampanyayı yürüttüklerini ve başarılı olduklarını” anlatmıştı.
Ayrıca not düşmek gerekir ki Lula daha ılımlı bir siyaset izleyerek kutuplaşan toplumsal yapıyı normalleştirmeye yönelik olarak ‘kapsayıcılık’ anlayışıyla her kesimden farklı politikacıyı bir araya getirmeyi başardı. 
Ekonomik anlamda benzer sorunlar bizim ülkemizde de her geçen gün ağırlığını arttırıyor.
“Yoksulluk, derin yoksulluk” tanımlamaları yerine ne yazık ki artık “açlıkla mücadeleye” dönüşen bir tablo ile karşı karşıyayız.
Seçime yaklaşırken muhalefet blokunun öncelikle yolsuzlukları engelleyerek, ekonomide istihdam yaratma ve üretimi canlandırmaya yönelik projeler geliştirmesi seçimin kazanılması bakımından hayati önem taşıyor.

Muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının özellikleri elbette ki çok belirleyici olacak ancak parlamenter sisteme geçiş vaadiyle birlikte seçmenin güvenini kazanmak da en az onun kadar önemli.