“Bir serencamdır bu kitap!
Bütün içtenliği ve melâliyle vatan kurtarmaya soyunmuş, melül mahzun bir kuşağın serencamı.
Hani kimileri “68’liler” diye isimlendiriyor ya…
Sağcısıyla solcusuyla ayakları yerde, bakışları göklerde, dik başlı, asi gençlerdi onlar.
Haylaz gülüşlü haşarıydılar.
Engelleri o gülüşle aşar, tartışmalara o gülüşle koşarlardı.
Kanlarına cemre düşmüş, damarlarında direngen bir ateşin alevleri dolaşırdı.
Yılkıdan yeni çıkmış, gem vurulmaz soylu tayların sabırsızlığı vardı içlerinde.
Eğilip bükülmeden dosdoğru bakıyorlardı hayatın yüzüne.
İçtenlikle sorguladılar hayatı.
Otorite’nin dayattığı yöne gitmediler.
Umutla inatla yen baharların peşine düştüler.
Öyle ki, âşık bile olamadan bir büyük kavganın içinde buldular kendilerini .
Ve düzenin dibe vurmuş kaotik yapısına sonuna kadar direndiler.
Gerçek hayatta var olup olmadıkları konusunda dahi müşkülleri varken, hakikatle hayal arasındaki sınırlarda dolaştılar hep.
Aslında yaşadıkları çetin mücadele hiç kimsenin hayal edemeyeceği boyutlarda hakikat idi.
*
Hepsinin de bir “Kızıl Elma”sı vardı onların.
Kaf Dağı’nın arkasında var olduğuna inandıkları o Kızıl Elma’yı aradılar durmadan.
Amaçlarına varamasalar da;
İnandıkları hakikatin kötülükle yok edilmesine dipdiri bir isyanla karşı çıktılar.
Ve bütün tecrübe eksikliklerine karşın, göz kamaştırıcı bir pırıltı zenginliğiyle etraflarını ve geleceği aydınlatmasını bildiler.
*
Aynı milletin çocuklarıydılar.
Ne acı ki, bu gerçeği unuttukları da oldu.
Emperyalist kışkırtmalarla birbirlerine sürtündükçe daha da bilendiler.
Gün oldu zehirli sarmaşıklar gibi birbirlerinin gırtlağına sarıldılar.
İnançları uğruna günlerce gecelerce, düşe kalka, öle dirile ateşlerin içinden yürüdüler.
Kendilerini, yazılmamış destanların kahramanları olarak gördüler.
Aslında onlar, her biri bir idealin peşinde, kendi kara sevdalarının müebbet mahkûmundan başka neydiler ki!
*
Yavuz Aslan Argun…
O yıllarda, benim de içinde bulunduğum mücadele serüvenimizin odağındaki isimdi.
Cesaret ve yürek imtihanından geçmiş bir dava ve eylem adamıydı.
Çok okuyan, politik şuuru tavan yapmış bir aydın olarak olayların arka planını gören, gösteren bir “Abi” idi.
Efevarî duruşunun altında dervişçe bir karaktere ve inanılmaz bir kalp hassasiyetine sahipti.
Direksiz ve dirençsiz bırakılmış bir kuşağın limanı oldu hep.
Lider geçinen çokları gibi etrafındakileri ateşe atıp da gül bahçelerinde gezinenlerden olmadı.
Biz gençler onun zeybekçe duruşunda, karaların ve deryaların ötelerinde, acıya uğramış mübarek vatan parçalarını savunan yiğit savaşçıların parlak hayalini görürdük.
Servet, makam mansıp…
Dünyalık hiçbir şeye tenezzül etmedi, dönüp de bakmadı.
Hayat denen olguyu fıtratındaki asaletiyle yaşadı.
Hadiselerin ufkunda bir şimşek gibi çaktıktan sonra, arkada ebediyeti süsleyen bir hayat macerası bırakarak, ezelden ebede göçtü gitti.
*
Erbabı bilir…
Bu kitapta anlatılanlar, yıllarca sürmüş bir yaşam serüveninin çok küçük bir bölümüdür.
Hâlbuki o yılların karanlık labirentlerinde, nefeslerin kesildiği, sırrı içinde saklı nice olaylar yaşanmıştır.
Bu yaşanmışlıkların nisyana gömülmesine gönlüm razı olmadı.
Fakat yazarken gördüm ki o gölgeler ülkesine yolculuk ne çetrefilli imiş! Anıların bilinçaltımda yarattığı titreyişleri duyarak, duyurarak bugüne hakkıyla aktarabilmek gerçekten zormuş!
Yine de “Yazabilecekken yazmamak sorumsuzluktur” deyip okşayıcı bir bakışla o yılların ruhunu, renklerini, kokularını bugüne taşımaya çalıştım.
Hayata öyküyü katarak bütün bu yaşanmışlıkları sanatın naif dili ve edebiyatın aynasıyla geleceğe yansıtayım istedim.
O günlerin karmaşık ortamında, sıkça yaşadığımız çoğu duygusal kırıklıkların travmaya dönüştüğü de bir gerçektir.
O sebeple yazdıklarımın nesnel olduğunu asla iddia edemem.
Bu sebeple, okuyucunun bu anılarda bir belge değeri araması beyhude olur.
Kendimce bu yaşananları yâd ederek o yılları bir kez daha tahayyül etmek istedim.
Gerilerde kalmış mücadele serüvenimizi acısıyla tatlısıyla bir kez daha hatırlayıp yazmak, o anları yeniden yaşamak kadar çekici geldi bana.
Bir nebze de olsa başarabildiysem ne mutlu!”
***
Değerli dostlar...
Yukarıdaki bu satırlar, dördüncü kitabımın ön sözünden.
Kitap şu an baskıda.
Bu benim biyografik roman tarzında ilk denemem.
Bu eserle yaşanılanları, tanık olduklarımı, acısıyla, tatlısıyla, hüznüyle ve sevinciyle anlatmaya çalıştım.
Kısmetse, yakında yayınevlerinde okuyucunun beğenisine sunulacak.
*
“Her eser geleceğe mektuptur” derler.
Hele de bu, hakikati içinde barındıran bir eser olursa…
Taşıdığı zamanın ruhuyla birleşir ve edebî bir hafıza oluşturur.
Umarım faydalı olur.
*
Hem bu kitap çalışmaları,
Hem de her yaz olduğu gibi, Dikili’ye yolculuk zamanı…
Değerli dostlar!
Şimdilik veda ediyorum.
Sağlıklı, mutlu günlerde görüşmek dileğiyle…
Esenlikle kalın.