Geçen yıldı… 

22 Mart “Dünya Su Günü”  vesilesiyle Kentpark Kapalı Yüzme Havuzu’nda  “Su Balesi Gösterisi” yapılıyordu. 

Bu gösteriyi, içlerinde torunum GÜLŞİN’nin de bulunduğu Yıldızlar Gençlik Spor Kulübü’ne mensup “Harika Çocuklar” gurubu sergiliyordu.  

O gün, o büyüleyici etkinliği Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Hoca ile birlikte izlemiştik. 

Kendisiyle devlet adabına yakışır şekilde altı yıla yakın görev yaptık. 

Bir yandan bu görkemli gösteriyi izlerken, bir yandan da yarı şaka yarı ciddi sohbeti koyulaştırdık. 

Uzun bir süre sonra kendisini dinç ve sağlıklı görmüştüm.  

Bu hissiyatımı belirtmek için sordum: 

-Yahu Yılmaz Hoca, bu gençlik ve dinçliği neye borçlusun? Yoksa bir iksir falan buldun da haberimiz mi yok?  

-Var… dedi, bir iksirim var. 

-Nasıl bir şey bu Hocam? Şunun formülünü ver de biz de faydalanalım. 

-Bu iksir herkese iyi gelmeyebilir diye muzipçe güldü. 

-Ne yani dedim, kişiye özel bir formül mü bu? 

-Öyle de sayabilirsin, dedi. 

-Açıkla Hocam, açıkla… Şu formül her neyse belki bize de iyi gelir. 

-Ak Parti ile mücadele Vali Bey, dedi, onlarla uğraşmak bana iksir gibi geliyor, beni dinç tutuyor … Şimdi anladın mı? 

-Anladım Hocam dedim, hem de çok iyi anladım. Meğer senin iksirin Ak Parti imiş… 

Şimdi olmaz denen oldu… 

Yılmaz Hoca’yı dinç tutan iksiri, hem de kendi partisi elinden aldı. 

Her ne kadar, CHP’nin yeni adayı Ayşe Ünlüce Hanımefendi;  

“Biz aday olarak üç değil dört kişiyiz, Hocam başımızda, her sıkıştığımızda ondan akıl fikir soracağız” anlamında bazı sözler söylese de… 

Bana göre bunlar teselli mükâfatıdır; Yılmaz Hoca’yı kesmez. 

Anlayacağınız CHP, iksirin formülünü bozdu. 

Bu işin uzmanları, 

“Kişiyi yaşlandıran yıllar değildir. Kişi amacı kalmadığında, yaşlanır.” derler. 

Elhak doğru. 

Nitekim zamanın birinde, Yılmaz Hoca gibi “Yaşam İksiri” elinden alınan bir zat bakın ne diye yakınmış? 

“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın 

Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın” 

 Yıllarca Hoca’ya, “Yaşlısın…Yaşlısın…” diye tempo tutanlar; sevinebilirler gayri. 

 Hoca şimdi yaşlandı… 

Bazıları sorabilir,  

“Hoca aday yapıldı ya da yapılmadı. Bu seni neden bu kadar ilgilendiriyor?” diye… 

İlgilendiriyor, zira.... 

Hoca adaylığı kaybetti. 

Bendeniz de üç takım elbiseyi... 

Neyime gerekse… 

Hiç âdetim değilken, Sarar’dan elbisesine bahse girmek gafletine düştüm. 

Hem de üç kişiyle birden… 

“Hoca aday olmayacak…” diyenlere, 

Kendimden emin ve çokbilmiş havalarında, 

 “Göreceksiniz kesin olacak…” dedim. 

O zaman da,” Var mısın bahse?” dediler. 

Ben de o güvenle hiç tereddütsüz, “Varım!” dedim. 

En zoruma giden, şimdi evde çocukların diline düştüm. 

Kemal Sunal’ın “Üç Kağıtçı” filmindeki, “Yağmur yağacak…Yağmayacak…” diye diye belediye reis adayında tarla, tapu ne varsa kaybettiren Arif Efendi karakterine benzetiyorlar.  

Şimdi kafamı duvarlara vursam yeridir. 

Ah be Yılmaz Hoca… 

Giderayak beni çok fena ters köşe yaptın. 

Bir çeyrek yüzyıl süren başkanlığında neyi başardın, neyi başaramadın; gün gelir elbet onun muhasebesi yapılır. 

Velâkin ne yaptıysan bana yaptın. 

Benim bir aylık emekli maaşı gitti gider… 

Ne yapalım, can sağlığı olsun! 

*** 

PROCEM (!) VAR… 

Hele de böylesi seçim zamanlarında... 

Adayların projeleri havalarda uçuşur. 

Nedense, zaman, mekân, yasal dayanak, finansman ve teknolojik imkân ve kaynaklar hiç hesaba katılmaz.  

Yönetmeye talip oldukları kurumu da...

Ve o kurumun imkân ve kabiliyetlerini de henüz tanımadan, “Vatandaş ne söylersek yer” dercesine hesapsız kitapsız, “Projem var...Projem var...”diye dolaşmaları sizce de biraz gülünç olmuyor mu? 

Ben bunların halini, uzaktan baktığı hastasına tesirini bilmediği ilaçları yazan “Acemi Doktora” benzetiyorum. 

Adıyamanda başıma geldi... 

Sevdiğim birisi aday olmuştu. 

O da modaya uymuş, koltuğunda dosyalar, krokilerle "Projelerim var... Projelerim var...” laflarıyla dolaşmaya başladı. 

Her görüşünde, “Ne olur Sayın Valim, şu projelerimi bir de size anlatsam...”diye diye beni iyice bezdirip usandırdı. 

Uçuk kaçık olduğunu bilmeme rağmen, kırmamak adına dinlemeye razı oldum. 

Uzun uzun anlattı da anlattı. 

Öyle şeyler vaat ediyordu ki gerçekleşmesi için neredeyse bir ABD bütçesi lazım. 

Onca işim arasında sabırla dinledikten sonra dayanamayıp sordum: 

-Dostum, projelerin harika, bunca mükemmelliğe karşın bir eksik var; farkında mısın? 

-Biliyorum, dedi, küçük bir eksik ... Finansman meselesi...  

Gülmemek için kendimi zor tuttum. 

-O zaman dedim, o “Küçük Eksiği” tamamla da konuşalım. 

Ben de şimdi aday dostlara diyorum ki; 

-Aman ha... Projem var, projem var derken sakın şu  “Küçük Eksiği” unutmayın!