Kanunî Sultan Süleyman dönemidir... 
Mihrimah Sultan, Cihan Padişahı’nın en çok sevdiği kızıdır ve onu gözünden bile sakınmaktadır. 
Bir tek Rüstem Paşa’yı beğenmekte olup kızına ancak onu layık görmektedir. 
Bunu duyan Rüstem Paşa muhalifleri telaşa kapılırlar. Çünkü onun bu yükselişi kendi ikballeri için büyük tehlikedir. 
O devir siyaseti gereğince padişaha damat olmak demek önce vezir, sonra da sadrazam olmak demektir. 
O yüzden bu izdivacı engellemek isterler. 
Bunun için padişahın da kulağına varacak şekilde saraya, “Rüstem Paşa’nın cüzam hastası olduğu ” dedikodusunu yayarlar. 
Cüzzam ki o zamanın en korkulan hastalığıdır. 
Padişahın en sevdiği kızını bir cüzamlıya vermeyeceğini iyi bilirler ve izdivacı bu yöntemle engelleyebileceklerini düşünürler. 
Nitekim dedikodu padişahın kulağına tez varır. 
Padişah tereddüte düşer. İşin aslını öğrenmek için hekimbaşını huzura çağırır. 
-Bre hekimbaşı der, bu adam cüzzamlı mıdır değil midir? Nasıl bileceğiz. 
-Kolay Hünkârım der, hekimbaşı; siz ferman buyurun da biz bir gidip bakalım. 

O sıralar Rüstem Paşa Diyarbakır valsidir. 
Fermanı alan hekimbaşı bir heyetle Diyarbakır’a varıp Valinin makamına destursuz girer. 
Paşa’ya padişah fermanını göstererek: 
-Soyun bre Paşa, iç çamaşırlarını dahi çıkart, der. 
Paşa şaşırıp kalır. 
Bu durumun hayra alamet olmadığını düşünse de Ferman Padişahındır. 
Ölümün soğuk nefesini ensesinde duya duya soyunur.
Hekimbaşı ve heyet, paşanın bütün çamaşırlarını didik didik ararlar. 
Paşa çıplak vaziyette çaresiz, içini kemiren ölüm korkusuyla boynu bükük sonucu bekler.
Nihayet aranan bulunmuştur: Bit…
Hani şu, “Pire itte, bit yiğitte bulunur” darbımeseline konu olmuş hepimizin bildiği bit var ya… İşte o!
*
Görevini yapan heyet Payitahta döner.
Hekimbaşı huzura kabul edilir.
Padişah merakla hekimbaşının yüzüne bakar.
-Hünkarım, araştırdık baktık der, hekimbaşı, Paşa cüzzamlı değildir.
-Peki bu hükme nereden vardınız? diye sorar Padişah.
-İç çamaşırlarından bit bulduk Hünkarım.
-Nee..!? der padişah hayret ve merakla; bunun neresi iyi?
Hekimbaşı işinin ehlidir; sakince açıklar:
- Hünkarım der, Allah’ın hikmetinden sual olunmaz. Biliriz ki bit haşeresi bilhassa kanlı canlı, sıhhatli insanları seçer. Ölüme yakın hastalıklı insanların saçlarında ve üstünde asla barınmaz. Hastalıklarını hisseder, öleceklerini kokusundan anlar ve kaçar. Müsterih olun Padişahım Paşa kesinlikle cüzamlı değildir. 

 
Nitekim bu izdivaç gerçekleşir. 
Beklenildiği gibi Rüstem Paşa önce vezir, sonra da sadrazam olur. 
Bunu duyan zamanın şairlerinden biri dayanamaz. İbretlik bu olaya bir beyit düşer: 
“Olursa insanın bahtı açık talihi yâr 
Gün gelir BİT’i bile işine yarar.” 

Bu tarihi vakayı niçin anlattım? 
Seçim takvimi belli oldu da ondan. 
Ve aday adayları çıktılar meydana; hepsi de iddialı ve umutlu. 
Siyasette hizmete talip olmak yürek işidir; hepsini kutlarım. 
'Verin yetkiyi, görün etkiyi' diyerek aday olmaları takdire şayan. 
Fakat bir gerçek var ki unutmamak lazım: 
Siyaset genelde er meydanı değil şer meydanıdır; bu meydanda aslanları tilkiler bağlar, çakallar çözer. 
Siyasetten ağzı yanmış biri bakın ne demiş? 
“Eloğlunu bilmezsin ne hinoğlu hindir. 
Pamuk gibi görünür granitten çetindir. 
Meydan-ı siyasette asla desteksiz atma 
Elini uzat ama sakın boynunu uzatma 
Eksiğini ararlar sanki müfettiş gibi 
Bırakırlar ortada cascavlak ibiş gibi...” 

Aday adayı dostum… 
Burası öyle bir ülke ki; 
Bir yerden tesadüfen geçerken orada ölebilirsin. 
Ya da sağa dönmem gerekirken sola döndüğün için kurtulabilirsin. 
Ne yazık ki siyaset dünyamızda pek farklı değil. 

Mülkiye’de okurken hocamız bize, “Siyasette iki kere ikinin dört etmediğini;  hesap işi değil, nasip işi” olduğunu öğretmişti. 
Elhak doğru imiş. 
Nasibinde varsa...
Yukarıda anlattığım tarihi olaydaki gibi, insanın biti bile işine yarar. 
Olmazsa da dert etme sakın! 
Zaman en iyi ilaçtır. 
Poyraz eser, kederleri yel alır 
Umutlar tükenmez, bir başka bahara kalır. 
Bil ki: 
Hoş bir sedadır bu kubbede kalan 
Gerisi yalan…