Birkaç gün önce… 
Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ve Çocuk Hematoloji Bilim Dalı öğretim üyesi, 
Osmangazi Üniversitesi’nin 3 ve 4. Dönem rektörü değerli dostum Prof. Dr. Nejat Akgün’ü ebedî âleme uğurladık. 

 “Yadında mı doğduğun zamanlar 
Sen ağlar iken gülerdi âlem 
Öyle bir ömür geçir ki olsun 
Mevtin sana hande, halka matem”  
Demiş eskilerden bir şair.  
Yani bu günkü dille; 
Sen doğduğunda ağlarken herkes sevinçten gülüyordu.  
Öyle güzel, öyle güzel bir ömür geçirdin ki,   
Ölümün sana gülüş oldu, herkese matem... 

Bana göre tam da Nejat Hoca’yı anlatan bir dizedir bu. 
Uzun meslek yılları boyunca, alanında Türk tıbbına üstün hizmetler yaptı.  
Nice nice başarılara imza atarak sayısız ödüller aldı. 
Eskişehir’de ise… 
Bir taşra üniversitesi hüviyetindeki Osmangazi Üniversitesi’nin metropollere yakışır bir bilim yuvası olmasına öncülük etti. 
Sayısız hizmetlerinin yanında, üniversiteye bilhassa onkoloji bölümünü kazandırması başlı başına unutulmaz bir hizmet oldu. 
Sadece Eskişehir değil, çilekeş bölge insanının hayır duasına mazhar olduğuna yüzlerce kez tanık oldum.  

Eskiler, “İnsanın yüzü kalbinin aynasıdır, başkasının tanıklığı gerekmez”  anlamında, “Suret sirete şahittir, başka şahit zaittir” demişler. 
Bu sözü doğrularcasına, göreve başladığım 2003 yılında, ilk gördüğümde kanım kaynamıştı kendisine… 
 İnsana sürekli düşünüyor hissi veren geniş alnı, gözlerinin içinde ışıldayan gülümsemesi bir anda ısıtmıştı içimi. 
Ve son nefesine kadar beni hiç yanıltmadı. 
Kibar, naif, demokrat, erişilebilir, açık fikirli, yaratıcı, yenilikçi ve çözüm odaklı bir insandı. 
Vazifesini önde gözükmeden, reklama tenezzül etmeden, sıra dışı bir derinlik ve kalp hassasiyeti ile yaptı. 
Bünyece zayıf olsa da yüreği kocamandı. 
O kocaman yürek duygularla örülmüş, kendine güvenli, umutsuzlukları umuda çevirebilecek bilge bir yürekti.. 
 Afra tafra bilmez, cana yakın ve alçak gönüllüydü.  
Uysal iyiliğiyle her şeye yetişme gayretinde canlı bir bereket gibiydi.  
Erdem ve nezaketin inceliğiyle teşrifata aldırmadan çalışırdı. 
Hastaları, öğrencileri, görevliler, kim olursa olsun,  onların dert ve sıkıntılarını yüksünmeden dinler, çözmek için çırpınır ha çırpınırdı.  
Her görüştüğümüzde tatlı bir tebessüm ışırdı yüzünde.
Tavrındaki şükran duygusu ve gönlünden kopan sözcükler bir okşayış gibiydi. Daha o ilk görüşmemizde hasret kaldığım kırk yıllık bir dostuma kavuşmuş gibi mutlu oldum. 
Yaratılışından mı, yoksa mesleğinden mi bilmem; onda hep, masal dünyasını seyreden çocuksu bakışların duru heyecanını görürdüm. 
Ve ölünceye kadar bu heyecanını hiç kaybetmedi. 
İnsanımızın yaralarını sarmaya, bereketli çalışmalarıyla istikbale gölge vermeye hep devam etti. 
Rektörlüğü, devletin bir görev emaneti bildi. 
Yöneticiliği, hak ve hakikatten ayrılmadan makamla kalıpla değil kalple yaptı.  
Sürekli yenilenmeyi, alışkanlıkları dönüştürmeyi, hayata sevgi ve umudu katmayı pek güzel becerdi.  

Böylesi değerleri hakkıyla anmayı, gençlere ve gelecek kuşaklara rol-model olması bakımından her zaman önemsemişimdir. 
Değerli dostumu bu naçiz yazıyla anmak, gönül borcumu bir nebze de olsun ödemek istedim. 
Huzur içinde uyusun!