Danıştay 10. Dairesi, kadınlara karşı şiddetin önlenmesine ilişkin en önemli belge olan İstanbul Sözleşmesini fesheden Cumhurbaşkanı kararını ‘hukuka uygun’ buldu.
Bu kararla birlikte ne yazık ki “Yargının siyasallaşması” konusunda yeni bir örnekle karşı karşıyayız.
Kararın tetkik hakimi ve savcısı aksi yönde görüş verdiği halde deyim yerindeyse “Sözün üzerine söz söylenemedi” ve siyasi baskının çok yoğun olduğu bir ortamda iptal kararı çık(a)madı.
Karara şerh koyan iki hakimin “Anayasaya aykırı” tespitini ise bu noktada kayda geçirmek gerekli.
Kadınların çok yönlü baskılara karşın direnerek sürdürdüğü ‘eşitlik ve özgürlük mücadelesi’ yok sayıldı. 
Kararın gerici çevreleri mutlu ettiğini tahmin etmek elbette ki güç değil.
İktidar kanadından da ‘yerinde bir karar’ yorumunun gelmesi şaşırtmadı.
…  
Kararla ilgili ‘hukuka aykırılık’ bakımından söylenecek çok söz var.
Birçok hukukçunun da ifade ettiği gibi Danıştay’ın bu kararıyla “Yasama ve yürütme konusunda tam yetkili olan Cumhurbaşkanının yargı erkinin de başı konumuna geldiğini” söylemek çok yanlış olmaz.
“Güçleri tek elde toplayan ve denge-denetleme mekanizması olmayan” yönetim anlayışı çok önemli sorunları da beraberinde getiriyor.
Hukuk devleti ilkelerinden hızla uzaklaşılıyor.
Anayasa, yasalar ve temel hakların kullanımı ile ilgili ‘kurallar’ yerine ‘kişisel inisiyatif kullanımının’ öne çıkması demokrasimize de zarar veriyor.

Başta hak, hukuk, adalet arayışı olmak üzere çok önemli toplumsal sorunlarla karşı karşıyayız.
Gelinen noktada tüm olumsuz koşullara karşın Türkiye’de kadınlar, geniş toplum kesimlerinin de desteğiyle mücadeleye devam ediyor.
Şu anda gerçekten de ‘güçlü bir kadın hareketi’ var ve Türkiye’nin her yerinde çeşitli platform yapılanmaları adı altında örgütlenmesini sürdürüyor. 
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sloganı etrafında buluşan kadınlar haklarına sahip çıkarak İstanbul Sözleşmesini tekrar yürürlüğe koyma kararlılığındalar.
Devlet, toplumsal cinsiyet eşitliğini her alanda uygulayıncaya kadar kadınlar sokaklarda olmaya, seslerini duyurmaya devam edecekler. 
 …
İstanbul Sözleşmesiyle ilgili hukuka aykırılık ve siyasi iradenin çok yönlü baskısını konuşurken son dönemde yaşanan olumsuzluklara daha geniş bir çerçeveden bakmakta yarar var.
Yargı kararları toplumsal vicdanı yaralayan boyutlarıyla tartışmalı olmaya devam ediyor.
Eğitimde ‘dindar ve kindar nesil yetiştirme’ anlayışı çerçevesinde ciddi bir eksen kayması yaşanıyor.
Silahlı kuvvetler içindeki tarikat yapılanması her geçen gün farklı boyutları ile ortaya çıkıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı siyasetin tam da merkezinde, kendi alanı dışında neredeyse güncel her konuda fetva veriyor.
Özgür medya organlarına yönelik ağır yaptırımları olan siyasi baskılar uygulanmak isteniyor. 
Örnekler sayılamayacak kadar çok.

Bu tabloyu başta muhalefet partileri olmak üzere tüm toplumsal dinamiklerin doğru okuması gerekli.
Günü geldiğinde,
Yasama, yürütme, yargı temelinde güçler ayrılığı ilkesi hakim kılınarak,
Anayasa ve yasalara bağlılık çerçevesinde hukuk devleti anlayışı yeniden esas alınmalı.
Kamu kurumlarının kadroları yandaşlığa göre değil liyakate göre belirlenerek,
Kamu hizmetlerinin tümü siyasetten arındırılmalıdır.
Çok zor ve zaman alacak süreçlerden bahsettiğimin farkındayım.
Kamunun tüm çeperlerine yerleşen siyasi baskının ortadan kalkması kısa sürede mümkün olmayabilir.

Gelinen noktada düzgün işlemeyen yapılanmalara rağmen yaşadığımız sorunların hepsinin çözümü olduğu konusunda ise kuşku duymaya gerek yok.
“Sandık geldiğinde” 
Bir şey değişir, her şey değişir…