Özel araştırma üniversitesi olan Columbia Üniversitesi’nde bir öğrenci, matematik dersinde uyuyakalır. Uyandığında, bütün öğrencilerin sınıftan çıktığını ancak tahtada yazılı iki problem olduğunu fark eder. Bunların ödev olduğunu düşünerek, tek tek defterine not alır. Eve gidince de çözmeye karar verir. Evine vardığında, bu problemlerin son derece zor olduğunu anlar. Ancak yılmadan durmaksızın çalışır, araştırmalar yapar, kütüphaneye kapanır, kitaplar inceler. Uzun hesaplamalardan sonra dört sayfalık bir dökümle, problemlerden birini çözmeyi başarır. Bir sonraki derste, profesörün bu sözde ödevden hiç bahsetmediğini görünce çok şaşırır. Elini kaldırarak sorar: "Hocam, geçen derste verdiğiniz ödev hakkında neden konuşmadınız?" Profesör şaşkınlıkla cevap verir: "Ödev mi? Tahtaya yazdıklarım ödev değildi." der. Şimdiye kadar kimsenin çözmeyi başaramadığı matematik problemlerinden iki tane örnekti sadece! Öğrenci afallamış halde yanıtlar: "Ama ben ikisinden birini çözdüm!" Çözümü incelenir, doğruluğu onaylanır ve Columbia Üniversitesi kayıtlarına, artık onun adıyla birlikte tarihe geçer; bu olay üniversite koridorlarında halen anlatılır. 

Sonuçta bu bir hikaye ama bireylerin ve toplumların davranışları benzerdir. Peki, fark yaratan nedir? Profesörün bu problemlerin “imkansız” olduğunu söylediğini duymamış olan öğrencinin davranışıdır. Çözülmesi gereken problemler olduğunu düşünen öğrenci, zorluğa boyun eğmeden azim, kararlılık ve cesaretle hareket etme yolunu seçmiştir. Etki altında kalmadan, sana “yapamazsın” diyenleri dinlemeden, ne olursa olsun kendi potansiyeline inanarak hedefe ulaşmak istemektir. Bu mesaj sınıfta uyumayı teşvik etmiyor ama fiziksel olarak bir yerde bulunmanın, orada mevcut sorunlara çözüm üreteceği anlamına da gelmiyor. Tıpkı bunca sorunu bulunan ülkenin, meclisinde bulunan 600 milletvekilinin, ülkeyi yöneten iktidarın ve atanmış onlarca bakanın, yüzlerce kurum ve kuruluşun bu memleketin sorunlarına çözüm üretmediği gibi. Lakin toplumlar sorunlarını çözmek için illa ki dibi görmek zorunda değildir. 

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, düşman işgali altında olan vatan, 22 Haziran 1919'da milli egemenliğe dayalı bir yönetime geçmek için ilk meşaleyi Amasya Genelgesi ile yakmıştır. İstanbul Hükümeti ilk kez yok sayılmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın gerekçesini ve yöntemini belirleyerek yeni bir yola koyulmuştur. “Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir.” denilmiştir. O günkü şartlarda, işgal altındaki bu söz büyük mana ifade etmekteydi. Bugün öyle bir durum yok fakat ekonomik sorunlarla boğuşan, tarımdan teknolojiye, enerjiden bilgiye kadar birçok alanda dışa bağımlı hale gelen ülkenin durumu hiç iç açıcı görünmüyor. O gün, Amasya Genelgesi’nde söylenmiş olan sözün devamında, “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” denilerek, içinde bulunulan durumu özetlemiştir. Kararlılık ve cesaretle başlanan her işin, başarıya ulaşması için görünenden çok görünmeyeni de görebilmek olduğunu bir kez daha hatırlatarak, her şeye rağmen yarınlara güvenle bakmakta fayda var. Şartlar ne kadar ağır, durum ne kadar imkansız olursa olsun. Asla çözülemez denilen sorunlar dahi bir gün kolaylıkla çözüldüğü tarih boyunca sayısız örnekle doludur. İmkansız olan, imkansızı başaramayacağına inandırılmış insanlardır. Onlar bile derin uykuda uyandıklarında, imkansız bir şey olmadığını, her şeyin mümkün ve ihtimal dahilinde olduğunu bir gün mutlak anlayacaklardır.