‘’Yetenek ve erdemin insanlara bir ilerleme kaydettirmediği herhangi bir ülkede, para ulusal bir tanrı olacaktır. Böyle bir ülkenin insanları ya paraya hükmedecekler ya da diğerlerini ona sahip olduklarına inandıracaklardır. Zenginlik en büyük erdem, yoksulluk ise en büyük ayıpları olacaktır.’’ diyor, Denis Diderot.

Bir toplumun yaşanabilir seviyeye ulaşması için bazı temel değerlere ihtiyaç vardır.

Özgürlük alanı içerisinde karşılıklı saygı ve birliktelik düşüncesinin hakim olması.

Sevinçte ve kederde toplumun ortak bir noktada buluşa bilmesi.

Toplumda eşitlik, özgürlük ve adaletin; hukukun tüm unsurlarıyla var olması.

Fırsat eşitliği, liyakat, gelir, yaşam kalitesi, temel insan hakları, sosyal haklar ve geleceği güvence altına alacak onlarca madde sayabiliriz.

Yetenek ve erdemin herhangi bir ilerleme kaydetmediği bir toplumda, para her şeyi satın alabilir diye söylenir. Hatta insanların özgürlüklerini ve düşüncelerini de çok rahat baskı altına alabilir denir.

Ekonomisi bıçak sırtında yürüyen bir ülkenin ve kötü gidişatın sorumlusu; çalışan, üreten işçisi, memuru ve emeklisi değildir.

Bütün sorumluluk, kaynakları verimli kullanamayan yönetimlerindir.

Yetmeyen maaşlara; zam üstüne zam koyanların,

Çözüm üretmeden sürekli zaman isteyenlerin,

Zamanı gelince de yetkilerimiz artırılsın diyenlerindir.

Ülkenin nasıl fakirleştirildiğini bilmeyenlerin inandırıldığı ayıbın gölgesinde.

Kiminin üç kuruş için günde 12 saat yoğrulduğu…

Kimininse parmağını oynatmadan kazandığı yüz binlerin…

Zenginliğin erdem fakirliğin kader olduğunu söyleyen kimilerinse,

Hakkın ve  hakkaniyetin tecelli etmediği bu günlerde, yetmeyen maaşlara, bitmeyen zamların eksik olmadığı bir günü daha geride bıraktık.

Yaşam kalitesini nasıl etkilediğini 7’den 70’e herkes farkındaysa eğer erdem ve ayıbın arasında geçen bir ömrün mutluluğuna kim inanır.