Özellikle şu son bir ayda orman yangınlarıyla adeta boğuşmaktayız. Gazetelerdeki manşetlere bakılırsa:
“Ciğerlerimiz yanıyor!”
Buradaki benzetme tam da yerinde. Malum, ağaçlar ve onların çokluğundan oluşan ormanlar; tüm canlıların yaşamsal öneme sahip, solunumun olmazsa olmazı olan oksijeni üreten önde gelen oluşumlardır. Bu nedenle de özellikle bazı ormanları “oksijen deposu” olarak tanımlarız ki, haksız sayılmayız.
Ülkemizin batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine oldukça zengin sayılabilecek bir ülkede yaşarken kendimizi “şanslı” sayabiliyorduk! Ne yazık ki bir türlü önlenemez ve de günler boyunca “söndürülemez” ormanlarımızı birer birer kaybetmekteyiz.
Elbette, içinde ve dışında yaşayan canlılarla birlikte kaybımız, ekonomik boyutlarda ciddi kayıplarla da karşı karşıya gelmemize neden olmaktadır.
Geçen üç dört yılda olduğu gibi, bu önlenemez yangınlar yine Ege Bölgesi’nden başladı; neredeyse ülkenin dört bir yanında sürdü gitti. En sıcak yaz aylarını yaşadığımız şu günlerde hâlen devam etmekte…
Eskişehir de nasibini aldı!..
Değişmez bir insan duygusudur: Bu tür olaylarda kişiler öncelikle kendi yakın çevresiyle ilgilidir. Eskişehirliler olarak bizler de haberlerin değişmez manşetinde “şurada orman yangını” anonslarını okuyup dinlediğimizde, o yangınlara üzülmekle birlikte “şükür bize uğramadı” gibisinden bencilliğimizi hemen ön plana çıkarırız:
“Şeytan kulağına kurşun, aman bizden ırak olsun!”
Derken, ne yazık ki Seyitgazi ilçemizdeki yangınla sarsıldık. Bu ilçemizde yoğun bir orman örtüsü olmadığını biliriz. Ancak Frigya Vadisi ve çevresi gibi zorlu bir alandaki orman yapısını da bildiğimizden, şahsen önemsemedim yangını:
“Seyitgazi’de orman yangını başladı. Ekipler müdahale ediyor. Kontrol altına alındı. Soğutma çalışmaları sürüyor…”
gibisinden anonsları dinleyerek teselli bulacağımızı düşünürken o şok haberle sarsıldık:
“Söndürme çalışmalarına katılan AKUT ve orman işçilerinden 10 kişi hayatını kaybetti.”
Genç meslektaşım Çağlar Özyazıcı’nın dünkü yazısında ifadesini bulduğu gibi:
“Bu kez ciğerlerimizle birlikte yürekler de yandı…”
Manşet değişti, sorular, sorular…
Bu can kaybı, hatırladığımız kadarıyla orman yangınlarında yaşadığımız en büyük insan kaybımızdı. O nedenle de gerek haberlerde gerekse gazete ve televizyonlarda konuyu değerlendiren meslektaşlarımızın birinci manşeti oldu.
Hadi yerelden başlayalım… Yine dünkü yazısında meslektaşım Hakkı Sağlam, aklına geliveren soruları sıraladı:
Rüzgâr yön mü değiştirdi? Bu ihtimal göz önünde bulundurulmadı mı?
Eğitim mi yetersizdi?
Koordinasyon hatası mı vardı?
Ve benzer diğerleri tartışıldı, tartışılıyor. Sağlam’ın noktayı koyduğu son sorusunda değindiği gibi:
“Bu 10 kişiyi kim ölüme gönderdi?”
Yangınlar başladığında ve Sakarya’dan başlayarak Bilecik üzerinden kentin üzerine yayılan dumanları gördüğümüzde de yine bir teselli bulmuştum:
“İyi ki o hatta boyunca ve ilimiz sınırları içinde orman kuşağı yoktu!”
Eskişehir ili sınırları içinde yer alan ormanlar genellikle Türkmen Dağı ve kuzeydeki Bozdağlar üzerinde; devamında ise Alpu, Mihalıççık ilçeleri sınırlarındaki ormanlardır. Çok büyük yer tutmazlar ama bakımlı ve ekonomik değer anlamında nitelikli ormanlardır. Özellikle de içinde geyiklerin de yaşadığı Çatacık Ormanı gibi…
Çatacık, aynı zamanda Kuzey Yarımküre’de yer alan son sarıçam ormanı niteliğindedir.
“Tanrı ile birlikte yarattığı insanlar olarak Çatacık’ı gözümüz gibi korumalıyız!”