Ülkenin tanınmış genç avukatlarından biri, yaban kazı avı zamanı, tüfeğini alıp yola çıkmış.

Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş.

Uçan bir kaz görmüş. Hemen nişan alıp, ateş etmiş: Dannn!...

Kuş döne döne inmeye başlamış.

Düşe düşe de etrafı çitle çevrili bir araziye düşmüş.

Avukat hemen koşmuş ve araziye girip kuşu almaya yeltenmiş.

Tam çitlerden içeri girecekken karşısına yaşlı bir köylü çıkmış.

Köylü Avukata sormuş; Ne yapıyorsun benim arazimde?

Avukat; Şu yaban kazını vurdum da onu alacaktım demiş.

Yaşlı köylü; Arazi benim olduğuna göre, içindeki her şey gibi, kuş da benimdir demiş.

Avukat hemen diklenmiş; Ben bu ülkenin en büyük avukatlarından biriyim, yüzlerce davayı aldım. Beni uğraştırma bey amca! Mahkeme masrafı falan… Çiftliğine kadar elinden alırım bak! Demiş.

Yaşlı köylü gülmüş: Bizim buralarda böyle küçük sorunları mahkemeyle değil, “üç tekme” kuralıyla çözeriz, demiş.

Avukat merak etmiş!

-Nedir o üç tekme kuralı? diye sormuş.

Yaşlı köylü; önce biri öbürüne üç tekme vurur, sonra öteki…

Sonra yine ilki, bir kişi pes edene kadar bu böyle devam eder ve pes eden kaybeder demiş.

Avukat genç, güçlü kuvvetli ve sportmen…

Köylü ise oldukça yaşlı.

Avukat; İçinden “ben bunu haklarım” diye düşünerek; kabul etmiş.

-Ama burası benim arazim olduğuna göre ilk vurma hakkı bende, demiş yaşlı köylü. Avukat tamam demiş.

İlk tekmeyi atmış, avukatın kasıklarına… Ufff diye dizlerinin üzerine çöküvermiş oracıkta.

İkinci tekme tam midesine gelmiş ki, avukat gün buyu yediği her şeyi çıkarmış, böğğğ’ diye bağırıp dört ayak üstüne düşmüş.

Yaşlı köylü üçüncü tekmeyi tam mabadının ortasına yerleştirince de öne doğru kapaklanmış genç adam.

Önde de, köylünün ineğinin biraz evvel oraya bıraktığı ıslak tezek varmış, avukatın suratı aynen gömülmüş içine.

Tabi adam per perişan halde… Şimdi sıra bende, ihtiyar tilki diye doğrulmuş, ağzına kadar giren pislikleri ceketinin koluyla temizlemeye çalışırken.

Yaşlı köylü gülmüş;

-Ben pes ediyorum.

Bir kaz için dövüşmeye değmez.

Sen al kuşunu git buradan demiş.

Avukat arkadaşlarımızın affına sığınarak, ders niteliğindeki bu hikayeyi sizlerle paylaşmak istedim.

Bazen içinde çıkılamayacak durumlarla hepimiz karşılaşırız.

Bazen fındık kabuğunu doldurmayacak şeyleri büyütür de büyütürüz.

Bazen de çözümü imkansız görünen bir konuyu sıradan bir insan çıkıp, görüp geçirdiği hayatın tecrübesiyle iki dakikada çözebilme yeteneğini gösterir.

Akıl her zaman akıldan üstündür.

Lakin ülkem bu konuda biraz muzdarip olsa da, memleketin her yanında akıl küpü dediğimiz insanların sayısı yine de az değildir.

Ancak son yıllarda ekonomik göstergeler baş aşağı inerken, siyasette ki bu tutarsızlık sürüp giderken, eğitimden – hukuka, gelirden gidere kadar vatandaşın sırtına binen yükün taşınmaz hale geldiği de bir gerçektir.

Umarım; biri çıkıp bizim burada işler öyle değil böyle yürür demez!

Derse eğer, bizim siyasilerin hali ne olur? Bilinmez.

Her seçim öncesi bin bir vaatte bulunanlar, bu vaatlerini tutmayanların vay haline diyorum.

Vatandaşın tepesi atınca, pılın pırtınla… Kuşunu al da git der mi der.

Yorumu ise siz değerli okuyuculara bırakıyorum.

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.