Siyasette oldukça çalkantılı günlerinden geçiyoruz.

Milyonlarca kişiyi derinden etkileyen ve acil çözüm bekleyen sorunlar ortadayken gündem bambaşka yerlere savruluyor.
Devlet-mafya-siyaset-medya ilişkileri farklı kanallardan yapılan açıklamalarla birlikte kurumsal sorunlar yumağının göstergesi olmaya devam ediyor.
Sorunlarla boğuşmak yetmezmiş gibi iktidar partisinin kadın bakanlarının uygulamaları da gündemin yoğunluğu içinde geride kalan konulardan olmaya devam ediyor.

Yirmi gün önce Cumhurbaşkanı kararıyla görevden alınan Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ile ilgili yolsuzluk iddiaları çok sayıda belge ile kamuoyunun bilgisine sunulduğu halde yargı organları bugüne dek hiç bir işlem yap(a)madı. 
Bakanın konakladığı kiralık konutta yapılan tadilata ilişkin yüksek meblağlı ödemeler, kendi şirketinden görev yaptığı Bakanlığa sattığı dezenfektan faturaları her şey ortada ama savcılar bir türlü harekete geçmiyor.
Tüm bu olaylar açığa çıkmışken Bakana en üst mertebeden hizmetleri(!) için teşekkür edilmesi ise gerçekten ilginç.

İktidarın kadın bakanlarından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’nın geçtiğimiz gün yaptığı  açıklamayı da kabul etmek mümkün değil.
“TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Belirlenmesi Araştırma Komisyonunun” toplantısında konuşan bakan pandemi döneminde kadına yönelik şiddet olaylarındaki artışın “tolere edilebilir” düzeyde olduğunu söyledi.
Kadına yönelik şiddetle mücadele böyle mi olur?
Şiddetin toleresi mi olur?
Ev içi her tür şiddete, tacize, tecavüze maruz kalan kadınların yaşadıkları hakkında nasıl böyle bir cümle kurulabilir, akıl alır gibi değil.
Pandemide işsiz, güvencesiz kalan, ev içi şiddetin mağduru olmaktan kurtulamayan kadınların sorunlarını çözmesi beklenen bakanın bu tavrı nasıl açıklanabilir, bilemiyorum.
Diğer yandan göreve gelmeden önce İstanbul Sözleşmesini savunan bakanın “Sözleşmeden çekildik ama kadın hakları ve şiddetle mücadelede değişen ne var, değişen hiç bir şey yok” ifadesini kullanması ise gerçekten çok düşündürücü.
Sayın bakana 142 günde 154 kadının öldürüldüğünü anımsatmak gerekli. 
Aslında hukukçu bir kadın bakanın, kuşaklar arasında aktarılan ve düzeltilmesi çok zor olan aile içi şiddet konusundaki tavrı “tolere edilemez”.
Bu sütunda defalarca “Kadın cinayetleri politiktir” derken tam da adeta erkek şiddetini cesaretlendiren böylesine bir siyasi bir tavrı anlatmaya çalışıyorum.

İktidar partisinin ‘Kabinede bir tane de kadın bakan olsun’ anlayışıyla görev verdiği Bakanlardan bir diğeri de kısa bir süre önce görevden alınan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk idi.
Anımsatalım, Zehra Zümrüt Selçuk’un görevde olduğu sırada Cumhurbaşkanı kararnamesi ile tek taraflı olarak İstanbul Sözleşmesi feshedildi.
Bakanın şiddet gören kadınlara yönelik çok önemli yasal destek veren Sözleşme ile ilgili herhangi bir itirazı olmadığı gibi sosyal medya aracılığıyla yaptığı  açıklamadan da kimse bir şey anlamadı.
Ancak Bakanın  “Yoksulluk, Türkiye için sorun olmaktan kalktı” ifadesi ne yazık ki hafızalardan hiç bir zaman silinmeyecek.
Kendisi, milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşadığı ortadayken borç ve yoksulluk sarmalı içinde mücadele veren insanların dramını görmezden gelen Çalışma Bakanı olarak tarihe geçti.

İktidar Partisinin diğer bakanlarının olduğu gibi kadın bakanları da yanlış üstüne yanlış yapıyor.
Toplumun kadın siyasetçiden beklentileriyle ilgili hayal kırıklıkları ise bitmiyor.
Kadınların şiddete karşı yasal güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kalkmasının kesinleşmesine sadece bir ay kaldı.
İktidar partisinin kadın milletvekillerinden çıt çıkmıyor.
“Siyasette kadını vitrin mankeni” olarak gören anlayışı böyle örneklerle değiştirebilmek mümkün mü?