Akıp giden gündem içinde toplumsal, siyasal ya da ekonomik içerikli çok fazla sorunla karşı karşıyayız. 
Zorlukların ülkeyi yönetenler tarafından çözülmesini beklerken sorun çeşitliliği bakımından “her gün, bir önceki günü arar hale geldik” diyebiliriz.
İşsizlik, yokluk, yoksulluk, döviz kurlarındaki kontrolden çıkan artış, değersizleşen Türk Lirası nedeniyle yaşadığımız ekonomik sorunlar, 
Eğitim sistemindeki laiklik  ilkesinden uzaklaşan yönetim anlayışı,
Sağlık sistemindeki yönetim eksiklikleri, çığ gibi büyüyen karmaşık konular,
Yargının tarafsızlığını yitirmesi, evrensel hukuk ilkelerinin askıya alınması,
Bitip tükenmeyen insan hakları ihlalleri..
Geleceğimizi karartan köklü sorunlarla kuşatılmaya devam ediyoruz.

Bizler birey olarak tüm bu sorunların yaşamımızda yarattığı olumsuz etkilerle çok yönlü bir şekilde baş etmeye çalışıyoruz.
Diğer yandan toplumun bir kesimi ise “Bilmemek mutluluktur” deyişine uygun şekilde yaşamından memnunmuş gibi görünmeyi sürdürüyor.
Sormak gerekli.
Bilmemek aslında umursamamak mıdır?
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ifadesindeki gibi bir tarz mı benimsenmektedir?
Gerçekten de anlayabilmek mümkün değil.
Ülkemizde ekonominin en yüksek mertebeden ifade edilenin tam tersine olumsuz gidişi ortadayken,
Evine ekmek götüremeyen açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca insan varken,
Açlık intiharları, yoksulluk cinayetleri ortadayken olanları görmemek, mutluluk mudur?
Ya da gördükleri karşısında duyarsız kalmak da bir o kadar açıklanmaya muhtaç bir tavır değil mi?
Bir şeyi bilmemeyi seçmek, onu bilince kendisine vereceği sıkıntıya tercih edilebilir mi? 

Türkiye’de siyasetin bilmemeyi yaşam biçimi olarak benimsemiş milyonlara dönük olarak kurgulanması gerçekten de üzerinde durulmaya değer bir konu.
Maliye Bakanı’nın “döviz kuru benim için önemli değil, bakmıyorum” açıklaması ise çok önemli konumda bulunan yönetim sorumluluğu taşıyan bir kişinin “bilmemeye odaklanmayı öven” anlayışının çarpıcı bir örneği olarak karşımızda duruyor.
Sayın Bakan sanki hiç olumsuz bir şey olmamış gibi davranarak mutlu mu oluyor, bilemiyorum. 
Bilimin, bilginin ulaşılabilirliğinin son derece yüksek olduğu, teknolojinin öğrenmeyi kolaylaştırdığı  bir dönemde hala bu tercihin belli bir kesim tarafından sürdürülmesini anlamak çok güç.
Aslında soran ve sorgulayan olmaktan uzaklaşan bir toplum yapısını oluşturmakta başarılı bir noktaya  gelindiğini söylemek hiç de yanlış olmaz.
Yarışma programlarında çok basit bir hesap için bile düşünmek, kafa yormak yerine başkasına sorma kolaycılığına kaçan örneklerin çoğaldığı bir toplumda gerçeklerin kavranmasını beklemek mümkün değil.

Düşünmeyen, öğrenmekten kaçınan bir toplumun oluşturduğu siyasi iklimin “algı yönetimi” için çok elverişli bir ortam oluşturduğu da ortada.
Oysa ki 21. Yüzyılda bilişim çağında “Cehalet mutluluktur” anlayışı artık siyasi bir tercih olmamalı…