Dünyadaki en yüksek hayat standartlarından birine sahip bir ülke düşünün.
Bu ülkenin havaalanı yok.
Kendine ait resmi bir dili yok.
Hatta kendi para bilirimi bile yok.
160 kilometrekarelik bir alan ve 40 bin 23 kişilik nüfusu ile Avrupa’nın dördüncü en küçük ve Avrupa’nın en zengin ülkesidir.
Nüfusun yüzde 35’i yabancılardan oluşur ve 544 kişiyle, ülkedeki Türk toplumu en kalabalık topluluk sıralamasında 7. Sırayı almış durumda.
Ekonomisi; tarım, özel finansal hizmetleri ve endüstriye dayanırken, yerel halk hayatlarının geri kalanında çalışmak zorunda kalmayacakları kadar servete sahiptir.
Dış borcu bulunmayan ülkede herkes düşük vergilerden faydalanıyor.
Asgari ücreti 2 bin 713 euro rakamını bulurken, ortalama maaş 7 bin 666 euro olarak hesaplanmıştır.
Tarihi ve kültürel zenginliği, doğal güzellikleri, Alplerin eteğinde doğan Ren nehrinin yanı başında, hayat olağan haliyle akıp gidiyor bu ülkede.
Burada gürültü yapmak ya da komşuları rahatsız etmek alışılmış bir şey değil.
Her şey karşılıklı saygıya dayanıyor.
Zenginlikle gösteriş yapmak hoş karşılanmıyor. Suç oranı o kadar düşük ki insanlar kapılarını dahi kilitlemiyor.
Sadece 7 kişi hapiste ve yemekleri bile bir restorandan getiriliyor.
Ülkedeki polis sayısı yüz’ü geçmiyor.
Kırk bin nüfuslu bu ülkenin vatandaşları, İngiliz ve Amerikalılardan beş kat bizden ise 12 kat daha iyi yaşam şartlarına sahipler.
Hizmet sektörü çalışanları buraya Almanya ve Avusturya’dan gelip gidiyor.
Biliyorum herkes gibi siz de merak ettiniz.
Bu rüya gibi ülkenin adı Lihtenştayn’dır.
Orta Avrupa da, Avusturya ve İsviçre arasında yer almaktadır.
Öyle ya cennetten bir köşe sanki!
Aslında dünyanın her köşesi cennettir.
Onu cehenneme çeviren ise insanoğludur.

Dünya haritasını açıp baktığınızda, ülkemiz üç tarafı denizlerle çevrili, iki kıta arasında köprü görevi gören, iklim, bitki örtüsü, yer altı ve yer üstü zenginliklerine ek, jeopolitik önemi tarih boyunca dikkatlerden kaçmamıştır.
Coğrafya kaderdir denir. Sizce de öyle mi? Bence değil.
Bu ülkede de, bir zamanlar kapısını kilitlemeyen evler vardı.
Ama şimdi kilitli kapısını açmaya korkan 86 milyon var.
Bir gecede 19 bin kişiyi serbest bırakınca, ister istemez 19 bin olasılık masada oluyor.
Eğitimde, paylaşımda, zenginlikte, hürriyette, eşitlikte, adalette, liyakat ve vicdanda ipin ucu kaçmış durumda.
Hal böyle olunca ülke arpa boyu kadar yol alamıyor.
Yol alamayınca da kapısını kilitleyip oturuyor.

Oturunca da işler yürümüyor.
Yürümesi için aş lazım, iş lazım, üretim lazım.

Ama bu ülkeye aslında en çok ahlak lazım!
Yoksa kapının kilidi...?