Geçtiğimiz hafta Cumhuriyetimizin 97. yılını kutladık. Daha doğrusu ortalıkta kutlanacak bir Cumhuriyet de kalmadığından olsa gerek, pek de kutlayamadık. Laiklik olmadan demokrasi olmaz, demokrasi olmazsa devletin adı ne olursa olsun Cumhuriyet olmaz. Cumhuriyet’in tüm kazanımlarının, sembollerinin, kurumlarının özellikle bu hükümet tarafından yok edildiğini hep birlikte gördük ve yaşadık.  Bundan sonra yapılması gereken, bir daha yok edilemeyecek şekilde, onu daha güçlü olarak kurmak için mücadele etmektir. Gerçek kutlamaları ancak o zaman gerçekleştireceğiz. Korona belası sürerken bir de İzmir depremi ile sarsıldık. Yöre halkı sokağa çıkmakla çıkmamak arasında sıkışmış durumda, bir tarafta virüs, diğer tarafta deprem riski. Yoksul kesim daha muzdarip doğal olarak, her doğal afetin önce onu vurduğunu iyice öğrendik. Bir de deprem bize, kin ve nefret nasıl duyulur, ihanet nasıl yapılır onun öğretti. Gericiye oy çıkmadığı için “Gavur İzmir” diye bellenmiş ya; “Rabbim beni İzmirliler gibi zinaya değil, seccademe köle et” diyenler kapladı sosyal medyayı. Bu yaratıklara insan denilebilir mi? Oysa aynı gün insanlığı, dayanışmayı, sevgiyi öğreniyordu insanevladı. Evsizlere yazlıklarda yer açıldı, yiyecekler paylaşıldı. Tazminatlarını almak için mücadele eden Somalı madenciler, enkazdan anlarız biz diye, İzmir’e koşup kurtarma çalışmalarına katıldılar. Kan ihtiyaçları anında karşılandı. Sokak hayvanları ile bile ilgilenildi, hemen korumaya alındılar. Sevgi galip geldi yörede her zamanki gibi…

Günümüzde Yeni Faşizmin üniformayla değil, halkı denetlemenin daha kolay olduğu, zorlayıcı önlemlerin alınmak durumunda kalındığı, doğal olaylarla kendini göstereceğini artık biliyoruz. Pandemi nedeniyle ekonomisi sıkışan halk, eskisi kadar “Vatan-Millet-Sakarya” hamasi nutuklarıyla avutulacak gibi değil. Ekonomist gibi söyleyeyim: “Dolar 8 TL bandını aşarken, AKP oyları ilk kez %30 destek hattının altına düşüyor.” İktidar savunmaya geçiyor. “Bu ülkede evine ekmek götüremeyen kimse yoktur” demek zorunda kalıyor, bizzat Cumhurbaşkanının ağzından. Gazeteci kılıklı yandaş, Emine hanımın 50.000 Dolarlık çantasının çakma olduğunu söyleyerek gerçekte bir savurganlığın olmadığını vurguluyor. Emine hanım açısından sahicisini mi kullanmak daha iyi, yoksa çakmasını mı? Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Orman Bakanı enkazın üstüne çıkıp depremzede ile konuşan görevliden telefonu alıyor, kurtarma ekiplerinin işini yapmaya soyunarak “seni kurtaracağız oradan” diyor, asistanı videoya çekiyor, bakan şov yapıyor. Bırak uzmanlar görevini yapsın sen çürümüşlüğün özetini yapma! Halk yemiyor artık bunları. AKP çekirdek kadrosuna, hiç olmazsa onları kaybetmeyeyim diye düşünerek biat eden yandaşlara kadar geriliyor, servisi sadece onlara yapabiliyor. Platon; “Demokrasinin temel ilkesi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye dönüşebilir” demişti. Yani demokrasinin eğitilmiş insan istediğini vurguluyordu. Ahmet Taner Kışlalı’nın da buna benzer çok önemli bir görüşü vardı, bence üzerinde düşünmek gerekli: “İnsan malzemesi iyiyse kötü sistemlerle de iyi sonuç alabilirsiniz. Ancak kötü ise; yapabileceğiniz en akıllıca şey, kötüleri en iyi şekilde sınırlayacak sistemleri bulmaktır…”