Güzel ve çirkin için hep tartışırız. Bana soracak olursanız: “Gündüzün güzelliklerinin
yanında çirkinliklerini de görmektense; karanlık gecenin her şeyi gizlemesini
severim” diyenlerdenim. Kimine göre de gündüz güzeldir, kimine göre de çirkin! Sizi
bilmem ama ben her zaman düşünmüşümdür! Kime ya da neye göre güzel veya
çirkin? Bu bir tercih meselesidir, yani görecedir.
Çirkinlik ve güzellik kavramını yaratılmışlarda tasvir edip kullanmak bana göre
yanlış. Çünkü Yunus Emre’nin sözüyle “Yaratılanı sevelim, Yaradan’dan ötürü”
derken: Yaradan’ın yarattığı her şeye hoşgörü ile yaklaşmamızı tavsiye ediyor.
Yaradan’ın yaratmaya değer kıldığı hiçbir şeyi bizlerin hakir görme, yargılama
hakkımız yoktur. Güzel ve çirkin tarih boyunca tartışılmıştır: Hıristiyan mitolojisinde
meleklerin beyaz tenli, şeytanların ise siyah tenli tasvir edilir, neden mi? Bu sözü
edenler beyaz tenlidir de ondan. Ama, aynı şekilde, Afrika’lı sanatçıların da şeytanı
beyaz tenli olarak tuvallerinde canlandırmaları da doğaldır, çünki bu düşünceyi kabul
edenler de siyah tenlidirler.
Kısaca güzellik de, çirkinlik de her insanda yarı yarıya vardır. Sen hangi tarafına
önem verir ve o tarafını öne çıkarırsan öne çıkardığın tarafını görürsün. Güzellik veya
çirkinlik biraz da bakmayla ilgilidir. Ayşen Gruda anlatıyor: Bir gün setten
dönmüşüm, torunum Emre aradı: “Anneanne, yolda araba çarpmış bir kedi gördüm,
veterinere götürdüm, tedavisini yaptırdım. Anneme götürdüm, o da temizledi eve
aldı” dedi. Peki, getir bakarım dedim. Kediyi gördüm, bayağı çirkin bir şey, “Ay niye
aldın bunu, pek de çirkinmiş” dedim. Anneanne sen de çirkinsin, sana da araba çarpsa
bakmayacak mıyız? dedi.