Geçtiğimiz cumartesi günü Halk TV de “Görkemli Hatıralar” programı bizim gibi Eskişehir dışında yaşayan Eskişehirlilerin dudaklarında tebessüm, gözlerinde nem yarattı. Müthiş programda hem yeni yitirdiğimiz Cüneyt Arkın anıldı, hem Yunus Emre. Baş rolde Eskişehir’i Eskişehir yapan sevgili hocamız Yılmaz Büyükerşen vardı. Doğrusu hocamın yaşarken böyle sevgiyle anılması ve bu şehir için yaptığı çalışmalarının sergilenmesi çok güzel bir yaklaşım, emek verenlerin ellerine sağlık. Anadolu bozkırında bir vaha, cennetten bir köşe oluşturuldu. Bizim gençliğimizde Eskişehir’i görmeye otobüslerle turist gelecek deseler güler geçerdik. Hayaldi gerçek oldu. Program sırasında anlatılan Yunus Emre öyküsü de çok etkileyiciydi, izlemeyenler için buraya alalım: “Yunus Emre tekkede kendisine verilen odun toplama vazifesini titiz bir şekilde ve aşk ile yapan bir mürittir. Verilen bu görevde o kadar titizlik gösterir ki onun tekkeye odun getirmeye başlamasından bu yana bir kez olsun eğri büğrü tek odun girmemiştir tekkenin kapısından. Bunun farkında olan Taptuk Emre Hazretleri, bir gün Yûnus’un getirdiği odunlardan birini eline alarak sorar. Yûnus! Sana nicedir sormadığımı bugün sorayım. Hepsi böyle mi bu odunların? Hepsi ok gibi dümdüz mü? Yunus Emre hepsinin öyle olduğunu söyler. Bunca yıldır dağda hiç eğri oduna rastlamadın mı Yûnus diye sorusunu yineler Taptık Emre. Yûnus, şu meşhur cevabı verir: Sultanım! Bilirim ki, sizin kapınızdan içeri hiçbir eğrilik girmez; odun bile olsa!..”

Burada anlatılmak istenen; Yunus'un bir gün bile yaş ve eğri odun getirmemesi onun Tapduk'a ve dergâha saygısını, nihayet içine girdiği âleme verdiği önemi ve işini ne kadar ciddiye aldığını gösterir. Ancak burada bir incelik daha vardır. O da odunların eğrilikleri giderilirken aynı işlemin nefsi eğrilikleri düzeltme şeklinde de gerçekleşiyor olmasıdır. Bu yüzden düzgün odun getirme imajı nefsi düzgün hale getirme mücadelesini simgeler. Dolayısıyla Yunus “odunları zahiren ormandan, gizli/içrek olarak benliğinden” keserek taşır. Her odun, nefse ait bir imgedir aslında. Hırslarını, takıntılarını, alınganlığını, gururunu yonta yonta, düzelte düzelte taşır tekkeye. Her seferinde nefse ait bir dalı ateşe atar Tapduk ocağında, yandıkça pişecek, piştikçe insan olacaktır…

“Kendimi bir nokta olarak gördüğümde, bir bakmışım ki anlamlı bir cümlenin sonundayım” diyebilen 13. yüzyıl Anadolu bilgesinin yurdunda toplumun şimdilerde içinde bulunduğu zamanlara savrulması ne kadar da acı. Doğrusu Hocamın program sonunda konuklara anı olarak verdiği “Yunus Emre’nin düzgün kesilmiş odunları sırtında taşıdığı” heykelciklerden herkes birer tane edinmeli. Ve boş zamanlarını o heykelciğe bakıp, düşünerek geçirmeli…