17 Aralık 2003 gününü hatırladıkça Üstün Bey gelir aklıma...
Karlı, fırtınalı soğuk bir kış günüydü.
Eskişehir'de göreve başlayalı henüz birkaç saat ya olmuş ya olmamıştı.
Sakarya Gazetesi'nin "Kuruluş Yıldönümü"nün kutlandığı haberi geldi.
Sakarya Gazetesi...
Eskişehir basınının "Amiral Gemisi"
İsmi Eskişehir'le özdeşleşmiş, Eskişehir'in simgesi olmuş bir yerel gazete; ama etkisi yerel hudutları çok çok aşmış bir basın kuruluşu.
Severek ve koşarak, ayağımın tozuyla katıldım o toplantıya.
Kapıda sıcak tavırlı, dost gülüşlü bir beyefendi karşıladı.
-Sayın Valim hoş geldiniz, bendeniz Üstün Ünügür, şeref verdiniz.
-Sakarya'nın sahibi Üstün Bey mi... diyecek oldum.
Hafiften bir kahkaha attı.
-Sahibi demeyelim de...dedi; gazetenin "Baş İşçisi" diyelim,
Bu sefer ikimiz birden gülüştük, buram buram tevazu kokan bu sözlere.
Üstün Bey ile ilk karşılaşmamdı.
Buna rağmen ona, o kısacık zamanda öylesine içim ısınmıştı ki, çok eskilerden tanıyormuş hissine kapıldım.
*
Nesneler kadar duyguların da bir kullanımlık hale geldiği bu hayat da,...
O gün bu gündür dost olduk, dost kaldık.
Çünkü, onun dostluk anlayışı "makam" ile sınırlı değildi.
"Gelen ağam, giden paşamdır" kuralının geçerli olduğu toplumumuzda bu özelliğin ne büyük meziyet olduğunu en iyi bilenlerdenim.
Yirmi yıla varan ve eksilmeyen dostluğuyla hiç unutmadı, üşenmedi, aradı sordu, ziyaret etti, davet etti.
Memleketimiz ve Eskişehir üzerine nice doyumsuz sohbetlerimiz oldu.
O, Eskişehir'in fiziki haritası kadar gönül haritasını da, bilinçaltını da, çok iyi bilirdi.
Onur ve saygı mayasında vardı.
Bir gazete patronunun taşıması gereken o büyük ruhluluğu doğuştandı.
Gördüğüm o ki, çalışanlarına karşı patron değil sanki arkadaştı. Tenkitleri ve uyarıları okşarcasınaydı. Davranışları ve ilişkileri bir patron kibrinden uzak, sanki bir gönül işçisiydi.
Elinde her türlü imkan varken reklam edilmeyi ve önde görünmeyi sevmez, istemezdi.
Fakat arka planda gazetenin her şeyiydi.
O sebeple Eskişehir'deki her kesimin hürmetini kazanmaya muvaffak olmuştu.
*
Özendirici, yapıcı, naif ve nükteli nice sohbetlerimiz oldu.
Sakarya ile hep gurur duyardı.
"Bizim gazete, Eskişehir'in hafızasıdır. Hafızasını yitiren kentler, bugününün farkına varamadığı gibi geleceğini de kuramaz." derdi.
Çeşitli sohbetlerimizde sık sık tekrar ederdi.
"Sayın Valim, gazete dediğin zamanın ruhunu yansıtmalı. Siyasi erkin ve güçlülerin değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin yurtsever bir gazetesi olmayı her şeye tercih ederim. 'Sahibinin Sesi' değil, 'Halkın Vicdanının Sesi' olmak için çalışmalıyız."
*
Sakarya'da yazmam için her görüşmemizde ısrar ederdi.
Hem de bıkmadan, usanmadan...
-Vali bey, sizin gibi insanlar topluma karşı, yazmadıklarından sorumludur. Söz uçar, yazı kalır. Bunca tecrübe, bilgi, birikiminizi heba etmeyin. Lütfen yazın! "
Ben de,
-Babasına mektup yazmaya üşenen bir adam var karşında Üstün Bey, benden yazar mı olur? diyerek şaka yollu geçiştirmeye çalışırdım.
Nihayet muradına erdi.
Gördüğünüz üzere, bendenizi de Sakarya'ya köşe yazarı yaptı.
*
"Her ölüm erkendir" diye boşa dememişler.
Hayat !
Ahh o yaralı kuşun uçabilme sevdası...
Hep yarım kalmış ve hep yarım kalacak olan tutkulu bir aşk yüreğimizde...
Ölüm ise, içimizde gizli bir kum saati...
Sırrı, mühürlenmiş bir kitapta saklı.
Ne yapalım ki;
"Her kuş bir kaderle uçar
Öleceğini bile bile...
Her gül bir kaderle açar
Solacağını bile bile..."
*
Üstün Bey...Vefalı dost!
Sessiz ve sitemsiz el sallayarak gittin o geri dönüşsüz âleme; göklerden bir yıldızın kayışı gibi...
Rahat uyu!