Bir ülkenin ilerlemesi veya gerilemesi genellikle onun kültürüne, yaşadığı dine ya da bulunduğu coğrafyaya bağlanır. Hatta “coğrafya kaderdir” diye İbn-i Haldun’un çok önemli bir lafı da vardır. Ancak her ulus ilerleme veya gerileme potansiyelini de içinde taşır. Burada önemli unsur devleti ele geçirmektir. Devlet aygıtı ilerici unsurların elindeyse gelecek ilerlemeci, gerici unsurların eline geçtiyse kader gerileyici olmak zorundadır. Burada tartışmayı “bir Ortadoğu ülkesinde devlet elbet gericilerin elinde olur” gibi deterministik bir sonuca götürmemek gerek. Öyle olsaydı 1923 Cumhuriyeti ve devrimlerini de yaşayamazdık. Koruyamadık o başka! Bugün yaşananlarda devletin kötücül gericilerin ellinde olmasından kaynaklanmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin haklı demokratik isteklerini dile getirdikleri protesto gösterilerine iktidarın küçük Reisi şöyle karşı çıkıyor: “Kanuna uygun bir atamaya terör yöntemleriyle karşı çıkmak, bu vesileyle Boğaziçi Üniversite’sinden bir Gezi Parkı kalkışması çıkarmaya niyetlenmek başı ezilmesi gereken bir komplodur." Zihinde hep ezmek, öldürmek, yok etmek var... O üniversitede çocuğu okuyan velilerin, bu söylem karşısında nasıl bir insanlık dramı yaşayacaklarını bile düşünmeden, düşünse de “çocuklarına sahip çıksalardı” şeklindeki bir yaklaşımla organize kötülüğü temsil eden bir zihniyet söz konusu…

Uzun süredir siyasi erkin önceliği, yurttaşlarının olması gereken yaşam kalitesini ve refahını artırmaya yönelik bir politika üretmek yerine, iktidarını ne pahasına olursa olsun sürdürme gayreti içinde olmaya dönüşmüştür. Bu nedenle yürütülen politikalar kendilerini iktidarda tutacak oy hesaplarına göre oluşturuluyor. En büyük yardımcı olarak öncelikle günde 24 saat, haftada 7 gün yalan söyleyen ve algı oluşturmaya yönelik yayın yapan yazılı ve görsel basın kullanılıyor. Yardımcı güç ise bir “polis devleti” oluşturmak. “Kayyum Rektör” protestoları sonrası gösteriye katılan öğrencilerin evlerine ertesi sabah yapılan baskınları izlemişsinizdir. Bu gaddarlık aslında göstericileri yakalamaktan öte, bir daha böylesi gösterilere katılacak olanların ayaklarını denk almaları için bir gözdağı oluşturmaktır. Polis gerçek suçlunun peşinde koşmaya değil, düzene karşı çıkma potansiyeline sahip nüfusun zapt edilmesiyle görevlendirilmiştir. Görevi suçu engellemeye ve kanunun uygulanmasına ilişkin değil, toplumun baskılanmasına yönelik devlet şiddetini gösterebilmek olarak belirlenmiştir. Bunu yaparken istese de istemese de kaçınılmaz olarak hukukun dışına taşmaktadır. Eskiden beri polisin asli görevi, haklı istekleri için demokratik haklarını savunan halkı zapt etmektir. Bu bakımdan Osmanlı’da polisin karşılığı olarak kullanılan “zaptiye” kelimesi çok büyük anlam taşır…