Öleceğini bilerek yaşayan tek canlı türünün insan olduğu biliniyor. Onun için kim ne derse desin yaşlanmaktan ve ölümden pek korkarız. İnsan ömrünün süresi en fazla yüz yıl, gerçi yüz yirmiyi gören de var ama onlar kural dışı. Fare üç yıl, köpek on beş, kedi yirmi beş yıl yaşıyor. Bu farklılıkların nedeni evrimsel biyoloji ile ilgili. Doğal seçilim süreci ile genlerin diziliminin canlı üzerindeki etkisi ve farklı yaşlanma özellikleri geliştirmesine bağlı. Bir organizmada iki tür hücre var. Biri vücudun yeni nesiller yaratan üreme hücreleri ki, buna “kök hücreler” diyoruz. Diğeri ise beyni, kalbi, böbreği, deriyi oluşturan gelecek nesillere gen aktarmayan “soma (gövde) hücreleri”. İşte yaşlanma bu soma hücrelerinin bir getirisi. Bu yaşlanma kök hücreler için geçerli değil. Babanın spermi ile annenin bir yumurtası ile birleşince yeni vücudun ilk hücresi oluşuyor ve bölünme başlıyor. Böylece erişkinlikte vücudumuzdaki 37 trilyon hücre bu bölünmeler sonucu oluşuyor. Anne yumurtası ile baba spermi nasıl ortaya çıktı diye sorarsanız, zamanda geriye gidip üç milyar yıl öncesine varırız. Yani biyolojik bir mucize ve üç milyar yıldır süren kesintisiz bir hücre bölünme zincirinin ürünleriyiz. Sonuç olarak ölümsüz olan kök hücreler ki onları da bir nesilden diğerine aktarıyoruz. Bunlar yaşlanmıyorlar. Ne var ki insan hücrelerinin çok azı kök hücredir. Bir parça insan derisini bir tas su içine koysan yeni bir insan oluşturamıyorsun, çünkü deri hücreleri somatiktir. Yaşlanma soma hücrelerinin kaçınılmaz sonudur…

İnsanlık tarihinde en çok merak edilen şey her zaman ölümsüzlüğün sırrını çözmek olmuştur. Amerikalı bilim insanları, "genç kalmanın sırrının" tatlı sularda yaşayan bir tür minik organizmada gizli olduğunu ileri sürüyorlar. Araştırmalar omurgasız tatlı su poliplerinin yaşlanmadıklarını ve ölüm oranlarının son derece düşük olduğunu ortaya çıkarmış. Kök hücrelerden oluşan polipler, bedenlerindeki hücreleri sürekli yeniliyor ve diğer çok hücreli organizmaların tersine yaşlanma belirtisi göstermiyor. Bunlara “hidralar” deniyor. Bu minik canlılar, çok hücreli hayvanlar arasında en ilkel yapılı olanlarından birisidirler. Evrimsel açıdan en yakın akrabaları denizanaları ve mercanlardır. Hidralar, evrimsel süreçte sinir sisteminin evrimi açısından kilit bir noktadaki geçişi temsil ederler. Vücutlarında hassas sinir hücreleri bulunur ancak türün ne beyni ne de gözleri vardır. Hidralar zarar gördükleri zaman kök hücreler aracılığıyla yeni dokular üretiyor. Bu hücreler de insan embriyolarında ve yetişkin kemik iliğinde bulunuyor. Hücrelerin en temel hali olan bu hücreler, hiçbir hayvan hücresinin yapamayacağı bir yeteneğe sahip. Kök hücreler, kendilerinden farklı hücrelere de dönüşebiliyor. Bir kök hücreden bir beyin hücresi ya da bir deri hücresi oluşturulabiliyor. Bu sayede sorun ne olursa olsun kök hücre aracılığıyla ihtiyaç duyulan hücre yaratılabiliyor…
Kök hücre cerrahisi ile omurilik hasarı sonucu oluşan ayakları felçli hastalarda yeni sinir hücreleri yaratarak onu tekrar yürütme çabaları senelerdir deneniyor, ancak henüz çok büyük bir ilerleme kaydedilmiş değil. İnsanlık hem tedavisi henüz olmayan bazı hastalıkları sağaltma hem de ölümsüzlüğün gizemini çözme yolunda bıkmadan usanmadan uğraş vermeye devam ediyor. Sıkın dişinizi biraz…
Not: Daha fazla bilgi için; “Hayat Kitabı”, Eduardo Punset, “Yaşlanmanın kaçınılmazlığı” adlı bölüm önerilir.