“Cehalet konforu’  tuzaklarına düşmemenin etkili yolu  “kendimizi sorgulama” ve “yüzleşme özgüveni” göstermedir.

Aynı sorunları  yıllardır konuşuyor; tartışıyor da  olumlu yönde bir sonuç alamıyorsak, yapılacak ilk iş  sorgulama yöntemlerimizi gözden geçirmek olmalı. Ardından da analiz çantamızdaki araçların yeterliliğini değerlendirmek ve özellikle  organizasyon  yetkinliklerimizi  somut ölçüler koyarak irdelemek.

Daha  da doğru olanı Konfuçyus’un  dediği gibi  önce  dil’den  başlamalıyız.  Düşüncemizi paylaşarak büyüten dilimizi gözden geçirmeliyiz. Dilimiz kavram ve terimler bakımından ne kadar zenginse, düşüncelerimiz o kadar olgun, içgörülerimiz güçlü, kararlarımız da net olur.

Kavram ve terimlerin  bileşenlerinin bütünlüğü ve kapsayıcılığı, içeriklerinin netliği de fikirleri  düşünceye, düşünceyi projeye, projeyi de nesneler  üretmeye ya da metotlar geliştirmeye  taşır.

Bildiklerimizi “tasnif etme” yetkinliğimiz var mı? Tasnif ettiğimiz bilgileri “eşleştirerek”  yeni bir nesne ve yeni bir metot  üretmenin  zihinsel altyapısını  kurabiliyor muyuz? 

Üzerinde çalıştığımız, düşünce geliştirmek istediğimiz konuları “gerekli bağlamları” ile ele alabiliyor muyuz? Bağlamından kopuk malumatın bilgiye dönüşemeyeceğinin  farkında mıyız?

Doğru adlandırma, içerikleri tam kavramlaştırma, mesleki yeterlilik sağlayan terimlerin  bilincinde olma, doğru bağlamlarla bütünsel düşünceler üretme  konusunda  gerekli  deneyim  ve birikime erişmenin  bir sonraki adımı olan  “bilgileri sistemleştirme” aşamalarını içselleştirmezsek, işleri tam, doğru ve düzgün yapamayız…

Ele aldığımız  konuyla ilgili  “kök nedenleri ve evrim süreçlerini” gerektiği  kavramak için ne kadar zaman ve emek harcıyoruz?

Yoksa, dil’den adlandırmaya, adlandırmadan kavramlara, kavramlardan düşüncelere, bilgi tasnifinden bağlam bütünlüğüne, bilgileri sistemleştirmeden kök nedenlere ve  evrim süreçlerine  atılması önerilen adımları  teorik, fantezi ve boş şeyler olarak mı değerlendiriyoruz?    

O zaman  bırak işleri, kendini bile sorgulayamayan, analiz yapmaktan uzak ve organize edemeyen dağınıklığın tuzaklarında debelenir dururuz… Sonra   kahve sohbetlerinde   yıllardır sorunların çözülemediğinden yakınır; başkalarını  suçlayarak  “ karpuz keserek yürek ferahlatma”  aymazlığın çukurlarına  yuvarlanırız…