İstanbul’dan tren ile Eskişehir’e gelen bir dostumuz anlatıyor:
“Trende ilk kez Eskişehir’e gezmek için gelen aileler vardı. Eskişehir’e geldiğimde aynı ailelerin gar önünde ‘Şu tarafa mı gideceğiz, bu tarafa mı gidelim?’ diye konuştuklarını duydum. Muhtemelen aynı duruma otogarda da rastlamak mümkündür. Büyükşehir Belediyesi veya diğer ilçe belediyeleri neden tren garı ve otogara bir turizm bürosu koyup başına da bir personel dikmez? O personel, gezmek için gelenlerin ellerine birer broşür tutuşturup yönlendirmez? Ya da nereye nasıl gidebileceklerini, hangi ulaşım araçlarını kullanacaklarını, bunların biletlerini nasıl temin edeceklerini tarif etmez, gerçekten merak ettim?”

Düşündük; sonuna kadar haklı…
Tarihi Odunpazarı’nın ortasına ya da çarşıya turizm büroları konuluyor. Gelen ziyaretçi oraları bulsa zaten turizm bürosuna bir şey danışmalarına gerek yok.
Umarız bu konu ile ilgili bir değerlendirme yapılır...

G A R

BİR ÖĞRETMENİN ALDIĞI EN ÖNEMLİ DERS...

2000 yılının aralık ayıydı. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.
“Evet çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme... alırdım.’ yazıyor. Cümledeki boşluğu hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı?” dedim.

Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada... Ben okuyorum, sınıf gülüyordu.

Son kâğıdı içimden okudum: “If I were rich, I would buy flowers for my mom.”
Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”
“Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”

Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim.
Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran, gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı.
“Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”

Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.

Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.

2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.

Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini...
Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını...

Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını...
Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim.

"Öğretmenlik sabah gidip öğlen geldiğin, cumartesi, pazar, sömestir ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir. Öğretmenlik anne olmaktır, baba olmaktır, abi olmaktır... Kısacası insan olmaktır.

İnsan gibi insan öğretmenlerimizin önünde saygı ile eğiliyorum."

Öğretmen-4

AYNISI BİZDE NEDEN OLMUYOR?

ABD’de New York Belediye Başkanlığı seçimleri öncesi Başkan Trump, Demokratların adayı Mamdani’ye oy verilmemesi için elinden geleni yapıyor.
Onun yeteneksiz olduğunu söylüyor önce.
Ardından Amerikalıların komünizm ile sağduyu arasında seçim yapmasını istiyor.
Sonrasında da “Seçilirse fonları keserim” diye tehdit ediyor.
Mamdani ise Başkan Trump’ın faşist bir kafaya sahip olduğunu söylüyor.

***

Seçimler yapılıyor, sosyalist aday Mamdani Belediye Başkanı seçiliyor.
Seçildikten bir müddet sonra da Trump ile bir araya geliyor.

***

Basın toplantısı sırasında bir gazeteci tarafından Mamdani’ye, Trump’a “faşist” demesi ve hâlâ aynı düşüncede olup olmadığı soruluyor.
Mamdani cevap vermeye başladığı sırada sözü Donald Trump alıyor:
“Sorun değil. Evet diyebilirsin. Açıklamaktan daha kolay. Benim için sorun değil.” diyor.
Bunun üzerine Mamdani “Evet” diyor...
Ayrıca Trump konuşmasında, “Umarım gerçekten harika bir belediye başkanınız olur, ne kadar başarılı olursa ben de o kadar mutlu olurum.” sözlerini sarf ediyor...

***

Seçim bitmiş, seçim öncesi söylenenler unutulmuş; seçilen, kendisini seçtirmek istemeyenin yanına gitmiş; seçtirmek istemeyen seçileni kabul etmiş. Teamüller neyi gerektiriyorsa işlemeye başlamış...

***

Peki, benzeri bir durumun tıpatıp aynısını yaşamışken, aynı şey bizde, bizim ülkemizde neden olmuyor?
Seçilmişler diğer seçilmişleri neden hazmetmekte zorlanıyor?
ABD’nin Cumhuriyetçileri kadar da demokrat neden olunamıyor?

T R U M P-3