Yılmaz Hoca’mızın benzetmesiyle Biz “köşe kadıları” bir parça kendi reklamımızı yapmak üzere araya sıkıştırıveririz;
-Son yazım okurlardan epey bir ilgi gördü!..
Artık ne denli ilgi gördüğü, okurun takdirine bırakalım. Eskilerde bizim gazetenin yazarlarının altlarında beğeni emojileriyle birlikte olumlu-olumsuz yorumlar ekleyen okurlarımızdan “durumumuzu” kestirirdik!..
Şimdilerde tanıdık-tanımadık okurlarımızın telefonla ilettikleri tepkileriyle yetiniyorum.
-Bu da bir teselli, avuntu!..
Bu anlamda bir önceki “Bizim Üniversitelerimiz bu hale mi gelecekti?” başlıklı yazım da epey bir “ilgi gördü” diyebilirim!.. değindiğim gibi telefon mesajı ve aramaları aracılığıyla… Beğenenler vardı da, eleştiriler de eksik değildi:
Sadece bizimkiler mi?
Bizimkiler yerelden bir örnekti.
Değildi kuşkusuz!.
Elbet, artık sayısını unuttuğumuz sayıları 150’leri aşkın devlet ve vakıf üniversitelerin, dünya çapında yapılan araştırmalarda ilk 100’ün içine bile giremediklerini, “tel tel döküldüklerini” bilmeyen mi kalmıştı ki!..
Tersini düşünen, onlardan “akademik başarı” uman da yoktu aslında. Kampüsü olmayan “apartman tipi” vakıf üniversiteleri bir yana, geçmişte bilimsel makaleleri, kimilerinin bilimsel çalışmalarıyla övünüp, gururlandığımız devlet üniversitelerimiz nerede kalmıştı? Örneğin:
-Hacettepe, İstanbul Teknik, Ankara, İstanbul, Ortadoğu Teknik Üniversiteleri!..
Yirmilik sıralamada ilk 5’teki üniversitelerimiz bunlar. Aşağılara doğru inip, listeyi tamamladığımda 17. sırada “Boğaziçi Üniversitesi” adını gördüğümde bir daha kahrolduğumu hissettim.
Sonra vazgeçtim üzülmekten:
-İktidarın atadığı kayyum rektöre emanet Boğaziçi’nden, sıralamadaki bu yeri bile başarıydı!..
Eyvallah, Yılmaz Hocam!..
Yazıma ilk ileti, yakın zamana kadar Açık Öğretim Fakültesi’nin Almanya Temsilcisi olarak görev yapan Atilla Doğan’dan geldi. Şunları yazmış Sevgili Atilla:
“Sevgili Hüsnü Abi, Sakarya’daki son yazını okudum. Emeğine sağlık! Maalesef Anadolu Üniversitesinin durumu çok üzücü. Çiçero’ya sormuşlar:
-Roma İmparatorluğu nasıl yıkıldı? işi ehline vermedik, diye yanıtlamış. Durum budur!”
Bu yoruma, son yıllarda izlenimlerden benim ekleyeceğim de şudur:
“Üniversitemizdeki gerileyiş, rektörlüğe bünyesinden yetişen son rektör ayrıldıktan sonra başlamıştır…
***
Öğle saatlerinde kayıtlı olmayan bir numaradan arandım. Açma tuşuna basmadan önce “Büyük Başkan” adına kayıtlı telefondan dört kez aranmışım. “Eyvah!” dedim içimden;
-Şimdi fırçayı yiyeceğiz!
Gerçekten o imiş! “Hüsnü ben Yılmaz” diyerek başladı muhaveremiz! “gönül alıcı” sözlerle başlayınca sayın Büyükerşen, sevgili rektörümüz ve şimdiden efsane, eski Büyükşehir Belediye Başkanımız;
-Açıkçası rahatladım, fırça yerine iltifatları duyduğumda!..
Kendisine, protokol gereği hitaplarım dışında; hem aramızdaki yaş farkı (yedi yaş), hem de meslekte yerleşik geleneğimiz nedeniyle, tanışıklığımızdan bu yana hep ismini anarak “Yılmaz Abi” demişimdir.
-Kendisi de anlayışla karşılamıştır bu durumu!..
“Yazılarını okuyorum” diyerek girdi konuya ve sıkça “kent belleğine” yönelik yazılarımı anımsatarak hoş bir iltifatla devam etti:
-Hüsnü, sen bu şehrin hafızasın. Sıklıkla yaz bu konularda. Yaz ki bilmeyenlerin hafızası canlansın.”
Eyvallah, sağ olasın Yılmaz Abi. Gayret ediyorum gücüm yettiğince…
***
Konu üniversitelerimiz olunca Başta ilk rektör Yılmaz Büyükerşen olmak üzere Anadolu Üniversitesinin kendi bünyesinden yetiştirdiği diğer rektörleri de isimleriyle anmak istedim:
-Akar Öcal, Engin Ataç, Fevzi Sürmeli, Davut Aydın. Naci Gündoğan,
Aklıma gelmeyenler varsa –ki vardır-Af ola… Güzel günlere “dönüşü” de göreceğiz hepimizin gurur duyduğu Anadolu Üniversitesi’nde… Ne demiş eskiler:
-Gün ola harman ola!...